What are the biggest challenges?
- En büyük zorluklar nelerdir?
There were many challenges.
- Birçok zorluklar vardı.
The young men said that they would do it despite all of the difficulties.
- Genç adamlar tüm zorluklara rağmen bunu yapacaklarını söylediler.
The great difficulties stand in the way of its achievement.
- Büyük zorluklar onun başarı yolunda duruyor.
You have to go through many hardships.
- Birçok zorlukların üzerine gitmek zorundasın.
But for your help I could not have got over the hardship.
- Yardımın olmasaydı, zorlukla baş edemezdim.
He can't cope with difficult situations.
- Zor durumlarla başa çıkamıyor.
It's difficult to learn a foreign language.
- Yabancı dil öğrenmek zordur.
My immediate boss is tough to please.
- Şimdiki patronumu memnun etmek zordur.
Tom knew it was going to be tough to convince Mary to go to the hospital.
- Tom Mary'yi hastaneye gitmesi için ikna etmenin zor olacağını biliyordu.
I passed the examination with difficulty.
- Ben sınavı zorlukla geçtim.
We had much difficulty in finding the bus stop.
- Otobüs durağını bulmakta çok zorluk çektik.
English is pretty hard, isn't it?
- İngilizce çok zor, değil mi?
Understanding you is really very hard.
- Seni anlamak gerçekten çok zor.
She went through a long and arduous vocational course.
- O uzun ve zorlu bir meslek kursundan geçti.
Tom's courage in dealing with adversity is an inspiration to those around him.
- Tom'un zorlukla mücadeledeki cesareti, çevresindeki kişilere bir ilhamdır.
I have to tighten these bolts.
- Bu civatayı sıkmak zorundayım.
Tom found himself in a tight spot.
- Tom, kendini zor bir durumda buldu.
The army forced him to resign.
- Ordu onu istifa etmeye zorladı.
Don't force the child to eat.
- Çocuğu yemesi için zorlama.
I barely passed the exam.
- Ben zar zor sınavı geçtim.
I barely missed being struck.
- Çarpılmaktan zar zor kurtuldum.
In this city finding a taxi is complicated.
- Bu şehirde bir taksi bulmak zordur.
It's a complicated story.
- Bu anlaşılması zor bir hikaye.
Such a thing is considered theft and it has to be punished severely.
- Böyle bir şey hırsızlık olarak kabul edilir ve ciddi bir şekilde cezalandırılmak zorundadır.
In any case, she'll have to be severely punished.
- Her halükarda, ağır biçimde cezalandırılmak zorunda kalacak.
I think you're trying too hard.
- Bence fazla zorluyorsun.
I have to keep trying.
- Denemeye devam etmek zorundayım.
It's awkward for me to go to them without an invitation.
- Onlara davetiyesiz gitmek benim için zordur.
She hardly speaks English.
- O zar zor İngilizce konuşur.
I could hardly make out what she said.
- Söylediği şeyi zorla anlayabildim.
It might be a pain in the neck to do this, but we have to do it.
- Bunu yapmak can sıkıcı olabilir fakat onu yapmak zorundayız.
Try as you might, but you cannot force a belief onto someone else, much less your own self.
- Ne kadar uğraşırsan uğraş, bırak başkasını, kendini bile bir şeye zorla inandıramazsın.
A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death.
- Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.
Tom must conserve his strength.
- Tom gücünü korumak zorundadır.
Having studied Japanese, Jenny had no trouble in Japan.
- Jenny Japonca çalıştığından Japonya'da zorluk çekmedi.
I don't want to trouble you.
- Sana zorluk çıkarmak istemiyorum.
He strained his eyes by reading too much.
- Çok okumaktan gözlerini zorlamıştı.
There's a deep strain of anti-intellectualism in American history.
- Amerikan tarihinde anti-entellektüelliğin derin bir zorlanması var.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
It's hard to teach an old dog new tricks.
- Yaşlı bir köpeğe yeni hünerler öğretmek zor.
She helped me in a very sticky situation.
- Çok zor bir durumda bana yardım etti.
After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again.
- Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve.
- Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.
Sami Bakir is one of the toughest prosecutors in New York state.
- Sami Bekir, New York eyaletindeki en zorlu savcılardan biridir.
He looked the toughest of all the challengers.
- Bütün rakiplerin en zorlusu görünüyordu.
I've had a rough day.
- Zor bir gün geçirdim.
Go easy on Bob. You know, he's been going though a rough period recently.
- Bob'ın üzerine fazla gitmeyin.Bilirsiniz, o, son zamanlarda zor bir sürece rağmen devam etmektedir.
Hard work is the main element of success.
- Zor iş başarının ana unsurudur.
I didn't know I was going to have to introduce the main speaker.
- Baş konuşmacıyı tanıtmak zorunda kalacağımı bilmiyordum.
This has got to mean something.
- Bu manidar olmak zorunda.
The teacher found it difficult to get his meaning across to the students.
- Öğretmen ne demek istediğini öğrencilere anlatmayı zor buldu.
I found your house with difficulty.
- Evinizi zorla buldum.
We climbed up the mountain, but with difficulty.
- Biz dağa tırmandık ama zorlukla.
Tom would be a formidable opponent.
- Tom zorlu bir rakip olacaktır.
Why do you always have to be so cruel?
- Neden her zaman bu kadar gaddar olmak zorundasın?
He has to go to the bathroom right when the food's being served. He's always doing things at such inconvenient times.
- O, yemek sunulduğunda doğru tuvalete gitmek zorunda. O hep böyle uygunsuz zamanlarda bir şeyler yapıyor.
I had to take a taxi because the heavy rain caused all the trains to stop.
- Yoğun yağış bütün trenlerin durmasına sebep olduğu için bir taksiye binmek zorunda kaldım.
Because of the heavy fog, we could barely see the road in front of us.
- Yoğun sisten dolayı önümüzdeki yolu zar zor görebildik.
It's imperative to go out.
- Dışarı çıkmak zorunlu.
It is imperative for you to act at once.
- Derhal hareket etmen zorunludur.
Tom had difficulty convincing Mary that she should quit her job.
- Tom işini bırakması gerektiği konusunda Mary'yi ikna etmekte zorluk yaşadı.
Tom had difficulty convincing Mary to quit her job.
- Tom, Mary'yi işinden ayrılmaya ikna etmekte zorluk yaşadı.