zorlukla

listen to the pronunciation of zorlukla
Türkçe - İngilizce
hardly

The fog was so dense, we could hardly see anything. - Sis çok yoğundu, her şeyi zorlukla görebildik.

We hardly realize how important it is. - Onun ne kadar önemli olduğunu zorlukla fark ediyoruz.

Harshly, severely

I can't really deal hardly with people.

With difficulty

He made his way hardly through the enemies to the castle.

Not really

I think the Beatles are a really overrated band. ― Hardly!.

Firmly, vigorously, with strength or exertion

Let him hardly be possest with an honest curiositie to search out the nature and causes of all things .

{a} with difficulty, cruelty, fatigue
emphasis You use hardly to modify a statement when you want to emphasize that it is only a small amount or detail which makes it true, and that therefore it is best to consider the opposite statement as being true. I hardly know you Their two faces were hardly more than eighteen inches apart. = scarcely, barely
If you say hardly had one thing happened when something else happened, you mean that the first event was followed immediately by the second. He had hardly collected the papers on his desk when the door burst open = no sooner
Certainly; surely; indeed
Severely; harshly; roughly
You use `hardly' to mean `no', especially when you want to express surprise or annoyance at a statement that you disagree with. `They all thought you were marvellous!' --- `Well, hardly.'
Scarcely; barely; not quite; not wholly
emphasis When you say you can hardly do something, you are emphasizing that it is very difficult for you to do it. My garden was covered with so many butterflies that I could hardly see the flowers
barely, just, almost not
You use hardly to mean `not' when you want to suggest that you are expecting your listener or reader to agree with your comment. We have not seen the letter, so we can hardly comment on it
with difficulty; barely, scarcely
You use hardly in expressions such as hardly ever, hardly any, and hardly anyone to mean almost never, almost none, or almost no-one. We ate chips every night, but hardly ever had fish Most of the others were so young they had hardly any experience
almost not; "he hardly ever goes fishing"; "he was hardly more than sixteen years old"; "they scarcely ever used the emergency generator
In a hard or difficult manner; with difficulty
Unwillingly; grudgingly
zor
difficult

It was too difficult for me. - Bu benim için çok zordu.

It's difficult to learn a foreign language. - Yabancı dil öğrenmek zordur.

zor
troublesome
zor
tough

They made equally tough demands. - Onlar aynı derecede zor taleplerde bulundular.

At the beginning it'll be tough, but everything's tough at the beginning. - O, başlangıçta zor olacak, fakat her şey başlangıçta zordur.

zor
hard

It's hard to learn a foreign language. - Yabancı dil öğrenmek zordur.

It's too hard for me. - Bu benim için çok zordu.

zorlukla soluma
gasp
zorlukla solumak
gasp
zorlukla yürüme
wade
zor
{s} arduous

She went through a long and arduous vocational course. - O uzun ve zorlu bir meslek kursundan geçti.

zor
crucial
zor
uneasy; causing difficulty
zor
knotty
zor
tight

You have to tighten those screws. - Sen o vidaları sıkmak zorundasın.

Tom found himself in a tight spot. - Tom, kendini zor bir durumda buldu.

zor
{i} force

The army forced him to resign. - Ordu onu istifa etmeye zorladı.

In the end, the Germans were forced to withdraw. - Sonunda, Almanlar geri çekilmeye zorlandı.

zor
prickly
zor
barely

I barely passed the exam. - Ben zar zor sınavı geçtim.

I barely missed being struck. - Çarpılmaktan zar zor kurtuldum.

zor
complicated

Finding love in the Internet age is complicated. - İnternet çağında aşk bulmak zordur.

It doesn't have to be that complicated. - Bu o kadar karmaşık olmak zorunda değil.

zor
uneasy
zor
problematic
zor
(Kanun) virtue
zor
stringent
zor
severe

Such a thing is considered theft and it has to be punished severely. - Böyle bir şey hırsızlık olarak kabul edilir ve ciddi bir şekilde cezalandırılmak zorundadır.

Tom's foot had to be amputated after it had become infected with gangrene following a severe frostbite. - Şiddetli bir donmanın ardından kangrenle enfekte olduktan sonra Tom'un ayağı kesilmek zorunda kaldı.

zor
trying

I have to keep trying. - Denemeye devam etmek zorundayım.

I had a hard time trying to persuade him to cancel the trip. - Onun yolculuğu iptal etmesini ikna etmeye çalışarak zor bir zaman geçirdim.

zor
awkward

It's awkward for me to go to them without an invitation. - Onlara davetiyesiz gitmek benim için zordur.

zor
hardly

I could hardly make out what she said. - Söylediği şeyi zorla anlayabildim.

The fog was so dense, we could hardly see anything. - Sis çok yoğundu, her şeyi zorlukla görebildik.

zor
{i} might

If the door doesn't fit, you might have to shave off a bit of the wood until it closes properly. - Kapı uymuyorsa, düzgün şekilde kapanana kadar ahşabı biraz rendelemek zorunda kalabilirsin.

No matter how tired I might be, I have to work. - Ne kadar yorgun olursam olayım, çalışmak zorundayım.

zor
strength

A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death. - Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.

Tom must conserve his strength. - Tom gücünü korumak zorundadır.

zor
thorny
zor
compulsion
zor
strain

He strained his eyes by reading too much. - Çok okumaktan gözlerini zorlamıştı.

There's a deep strain of anti-intellectualism in American history. - Amerikan tarihinde anti-entellektüelliğin derin bir zorlanması var.

zor
dys-
zor
straitened
zor
trick

It's hard to teach an old dog new tricks. - Yaşlı bir köpeğe yeni hünerler öğretmek zor.

That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve. - Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.

zor
constraint
zor
sticky

She helped me in a very sticky situation. - Çok zor bir durumda bana yardım etti.

zor
uphill

After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again. - Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.

zor
ticklish
zor
subtle
zor
tricky

That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve. - Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.

Operation of this computer is tricky. - Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.

zor
a tough
zor
toughest

One of the toughest things in the world to do is forgive. - Dünyada yapacak en zor şeylerden biri affetmektir.

He looked the toughest of all the challengers. - Bütün rakiplerin en zorlusu görünüyordu.

zor
tougher
zor
difficult, hard
zor
compulsion, constraint, obligation, necessity: Bunu yapmak zorunda değilim. I'm not obliged to do this. Ne zorun vardı bunu yapmaya? What made you feel obliged to do this?
zor
rough

I've had a rough day. - Zor bir gün geçirdim.

You'll have a rough time. - Zor bir zaman geçireceksin.

zor
main

I didn't know I was going to have to introduce the main speaker. - Baş konuşmacıyı tanıtmak zorunda kalacağımı bilmiyordum.

Hard work is the main element of success. - Zor iş başarının ana unsurudur.

zor
mean

Does this mean that we have to file bankruptcy? - Bu iflasımızı sunmak zorunda olduğumuz anlamına mı geliyor?

This has got to mean something. - Bu manidar olmak zorunda.

zor
stiff
zor
pressure, coercion (exerted upon a person's mind): Onları ancak zor kullanarak hizaya getirebilirsin. The only way you can get them to fall into line is to pressure them
zor
difficult, hard, troublesome, tough, stiff; difficulty; obligation, compulsion, constraint; force, strength; barely, hardly
zor
with difficulty

I passed the examination with difficulty. - Ben sınavı zorlukla geçtim.

We climbed up the mountain, but with difficulty. - Biz dağa tırmandık ama zorlukla.

zor
trickish
zor
trouble, difficulty, worry, problem: Hiçbir zoru yok. He's got nothing troubling him
zor
physical violence or the threat of physical violence, force: Zoru görünce direnmekten vazgeçti. When threatened with force he stopped holding out. Beni zor kullanmaya mecbur etme! Don't make me use force!
zor
hairy
zor
formidable

Tom would be a formidable opponent. - Tom zorlu bir rakip olacaktır.

zor
barely, just. Z
zor
baffling
zor
cruel

Why do you always have to be so cruel? - Neden her zaman bu kadar gaddar olmak zorundasın?

zor
inconvenient

He has to go to the bathroom right when the food's being served. He's always doing things at such inconvenient times. - O, yemek sunulduğunda doğru tuvalete gitmek zorunda. O hep böyle uygunsuz zamanlarda bir şeyler yapıyor.

zor
exacting
zor
bodily ailment or disorder: Zekâvet'in aklından zoru var galiba. It looks like Zekâvet's touched in the head. Hilmi'nin midesinden zoru var. Hilmi's got a stomach complaint
zor
dys
zor
bated
zor
heavy

I had to take a taxi because the heavy rain caused all the trains to stop. - Yoğun yağış bütün trenlerin durmasına sebep olduğu için bir taksiye binmek zorunda kaldım.

Because of the heavy fog, we could barely see the road in front of us. - Yoğun sisten dolayı önümüzdeki yolu zar zor görebildik.

zor
imperative

It's imperative to go out. - Dışarı çıkmak zorunlu.

It is imperative for you to act at once. - Derhal hareket etmen zorunludur.

zor
{f} slog
Türkçe - Türkçe
Zor bir biçimde, güçlükle: "Zorlukla kımıldattıktan sonra beni sahiden sürüklemeye başladı."- H. C. Yalçın
Zor bir biçimde, güçlükle
güç
Zor
teng
zor
Yüküm, mecburiyet: "Artık kızının evinde kalışının zordan olduğunu biliyordu."- N. Cumalı
zor
Güçlükle, zorla: "El ele vermiş polisler kaldırımlardan taşan halk kütlesini zor zapt ediyorlardı."- H. Taner
zor
Sıkıntı veya güçlükle yapılan: "Sabır güzel, faydalı; fakat zor şeydir."- B. Felek
zor
Sıkıntı veya güçlükle yapılan
zor
Sıkıntı, güçlük, rahatsızlık
zor
Güçlükle, zorla
zor
Sıkıntı, güçlük, rahatsızlık: "Onun için hiçbir zorum, sıkıntım yokmuş gibi, ara sıra denize taşlarımı atmakta devam ederek hızlı hızlı yürüdüm."- R. N. Güntekin
zor
Yapamazsın!
zor
Yüküm, mecburiyet
zor
Baskı: "Hocaların zoru ile çıkarılmış olan bu kanun yürümedi."- M. Ş. Esendal
zor
Baskı
zorlukla