zorluk

listen to the pronunciation of zorluk
Türkçe - İngilizce
hardship

But for your help I could not have got over the hardship. - Yardımın olmasaydı, zorlukla baş edemezdim.

Many have long suffered oppression and hardship under colonialism. - Birçoğu sömürgecilik altında uzun süre baskı ve zorluktan çekti.

difficulty

This kind of music is something that older people have difficulty understanding. - Bu tür müzik, daha yaşlı insanların anlamakta zorluk çektiği bir şeydir.

I had great difficulty in finding my ticket at the station. - İstasyonda biletimi bulurken büyük zorluk yaşadım.

adversity

Tom's courage in dealing with adversity is an inspiration to those around him. - Tom'un zorlukla mücadeledeki cesareti, çevresindeki kişilere bir ilhamdır.

complexity
complication
knot
drawback
labor
centrically
hard
bother
trouble

Having studied Japanese, Jenny had no trouble in Japan. - Jenny Japonca çalıştığından Japonya'da zorluk çekmedi.

Tom had trouble making friends. - Tom arkadaş edinmede zorluk çekiyordu.

uneasiness
rough
arduousness
entanglement
difficulty, hardship, arduousness, hassle
toughness
strain
rigour [Brit.]
hassle
hobble
gruelling
gaff
hardness
tightness
grueling
stumbling block
rigor
{i} fix
{i} inconvenience
austerity
difficultness
rigour
necessity
job

Tom had difficulty convincing Mary to quit her job. - Tom, Mary'yi işinden ayrılmaya ikna etmekte zorluk yaşadı.

Tom had difficulty convincing Mary that she should quit her job. - Tom işini bırakması gerektiği konusunda Mary'yi ikna etmekte zorluk yaşadı.

asperity
zor
difficult

It is difficult to translate a poem into another language. - Bir şiiri başka bir dile çevirmek zordur.

It was too difficult for me. - Bu benim için çok zordu.

zor
troublesome
zor
tough

At the beginning it'll be tough, but everything's tough at the beginning. - O, başlangıçta zor olacak, fakat her şey başlangıçta zordur.

My immediate boss is tough to please. - Şimdiki patronumu memnun etmek zordur.

zor
hard

It's too hard for me. - Bu benim için çok zordu.

Understanding you is really very hard. - Seni anlamak gerçekten çok zor.

zorluk derecesi
difficulty level
zorluk derecesi
(Argo) hardcore
zorluk derecesi
difficulty
zorluk yaşatan
ballbreaker
zorluk çekmek
have difficulty in
zorluk çekmek
have difficulty
zorluk çıkarmak
make difficulties
zorluk çıkarıcı
obstructive
zorluk içinde
in hot water
zorluk içinde olmak
(deyim) up the creek without a paddle
zorluk içinde olmak
(deyim) be in a jam
zorluk karşısında
under difficulties
zorluk yaratmak
make difficulties
zorluk yaşamak
have a difficulty
zorluk çekme
uneasyness
zorluk çekmek
to have difficulty (in doing sth)
zorluk çıkaran
awkward
zorluk çıkaran
obstructive
zorluk çıkarma durumu
obstructiveness
zorluk çıkarmak
to make things difficult, make trouble
zorluk çıkarmak
hamper
zorluk çıkarmak
to hamper, to make difficulties
zorluk çıkarmak
fash
zorluk çıkarmak
demur
zor
{s} arduous

She went through a long and arduous vocational course. - O uzun ve zorlu bir meslek kursundan geçti.

zor
crucial
zor
uneasy; causing difficulty
zor
knotty
zor
tight

You have to tighten those screws. - Sen o vidaları sıkmak zorundasın.

I have to tighten my belt. - Ben kemerimi sıkmak zorundayım.

zor
{i} force

The president was forced to return to Washington. - Başkan Washington'a dönmek zorunda kaldı.

The army forced him to resign. - Ordu onu istifa etmeye zorladı.

zor
prickly
zor
barely

He barely passed the examination. - O sınavı zorla geçti.

I barely missed being struck. - Çarpılmaktan zar zor kurtuldum.

zor
complicated

In this city finding a taxi is complicated. - Bu şehirde bir taksi bulmak zordur.

It doesn't have to be that complicated. - Bu o kadar karmaşık olmak zorunda değil.

zor
uneasy
zor
problematic
zor
(Kanun) virtue
zor
stringent
zor
severe

Such a thing is considered theft and it has to be punished severely. - Böyle bir şey hırsızlık olarak kabul edilir ve ciddi bir şekilde cezalandırılmak zorundadır.

In any case, she'll have to be severely punished. - Her halükarda, ağır biçimde cezalandırılmak zorunda kalacak.

zor
trying

It was hard to figure out what Tom was trying to say. - Tom'un ne söylemeye çalıştığını anlamak zordu.

I have to keep trying. - Denemeye devam etmek zorundayım.

zor
awkward

It's awkward for me to go to them without an invitation. - Onlara davetiyesiz gitmek benim için zordur.

zor
hardly

The fog was so dense, we could hardly see anything. - Sis çok yoğundu, her şeyi zorlukla görebildik.

She hardly speaks English. - O zar zor İngilizce konuşur.

zor
{i} might

If the door doesn't fit, you might have to shave off a bit of the wood until it closes properly. - Kapı uymuyorsa, düzgün şekilde kapanana kadar ahşabı biraz rendelemek zorunda kalabilirsin.

No matter how tired I might be, I have to work. - Ne kadar yorgun olursam olayım, çalışmak zorundayım.

zor
strength

Tom must conserve his strength. - Tom gücünü korumak zorundadır.

A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death. - Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.

zorluklar
challenges

What are the biggest challenges? - En büyük zorluklar nelerdir?

There were many challenges. - Birçok zorluklar vardı.

zorluklar
rigors
zor
thorny
zor
compulsion
zor
strain

Take care not to strain your eyes. - Gözlerini zorlamamaya dikkat et.

There's a deep strain of anti-intellectualism in American history. - Amerikan tarihinde anti-entellektüelliğin derin bir zorlanması var.

zor
dys-
zor
straitened
zor
trick

It's hard to teach an old dog new tricks. - Yaşlı bir köpeğe yeni hünerler öğretmek zor.

Operation of this computer is tricky. - Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.

zor
constraint
zor
sticky

She helped me in a very sticky situation. - Çok zor bir durumda bana yardım etti.

zor
uphill

After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again. - Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.

zor
ticklish
zor
subtle
zor
tricky

That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve. - Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.

Operation of this computer is tricky. - Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.

zor
a tough
zor
toughest

Sami Bakir is one of the toughest prosecutors in New York state. - Sami Bekir, New York eyaletindeki en zorlu savcılardan biridir.

One of the toughest things in the world to do is forgive. - Dünyada yapacak en zor şeylerden biri affetmektir.

zor
tougher
zorluklar
in difficulties
zorluklar
difficulties

They don't know what difficulties Tom went through in his youth. - Onlar, Tom'un gençliğinde hangi zorlukları yaşadığını bilmiyorlar.

The young men said that they would do it despite all of the difficulties. - Genç adamlar tüm zorluklara rağmen bunu yapacaklarını söylediler.

zor
difficult, hard
zor
compulsion, constraint, obligation, necessity: Bunu yapmak zorunda değilim. I'm not obliged to do this. Ne zorun vardı bunu yapmaya? What made you feel obliged to do this?
zor
rough

I've had a rough day. - Zor bir gün geçirdim.

Tom had a rough time last year. - Tom geçen yıl zor günler geçirdi.

zor
main

It is hard to maintain one's reputation. - Birinin ününü sürdürmek zordur.

Hard work is the main element of success. - Zor iş başarının ana unsurudur.

zor
mean

I reported to him by means of an SMS that he had to stop his work as soon as possible. - En kısa sürede işi durdurmak zorunda olduğunu bir SMS aracılığıyla bildirdim.

Does this mean that we have to file bankruptcy? - Bu iflasımızı sunmak zorunda olduğumuz anlamına mı geliyor?

zor
stiff
zor
pressure, coercion (exerted upon a person's mind): Onları ancak zor kullanarak hizaya getirebilirsin. The only way you can get them to fall into line is to pressure them
zor
difficult, hard, troublesome, tough, stiff; difficulty; obligation, compulsion, constraint; force, strength; barely, hardly
zor
with difficulty

They answered my questions with difficulty. - Sorularımı zorlukla yanıtladılar.

I escaped from the sinking boat with difficulty. - Batan tekneden zorlukla kaçtım.

zor
trickish
zor
trouble, difficulty, worry, problem: Hiçbir zoru yok. He's got nothing troubling him
zor
physical violence or the threat of physical violence, force: Zoru görünce direnmekten vazgeçti. When threatened with force he stopped holding out. Beni zor kullanmaya mecbur etme! Don't make me use force!
zor
hairy
zor
formidable

Tom would be a formidable opponent. - Tom zorlu bir rakip olacaktır.

zor
barely, just. Z
zor
baffling
zor
cruel

Why do you always have to be so cruel? - Neden her zaman bu kadar gaddar olmak zorundasın?

zor
inconvenient

He has to go to the bathroom right when the food's being served. He's always doing things at such inconvenient times. - O, yemek sunulduğunda doğru tuvalete gitmek zorunda. O hep böyle uygunsuz zamanlarda bir şeyler yapıyor.

zor
exacting
zor
bodily ailment or disorder: Zekâvet'in aklından zoru var galiba. It looks like Zekâvet's touched in the head. Hilmi'nin midesinden zoru var. Hilmi's got a stomach complaint
zor
dys
zor
bated
zor
heavy

I'm going to have a heavy day. - Zor bir gün geçireceğim.

Because of the heavy fog, we could barely see the road in front of us. - Yoğun sisten dolayı önümüzdeki yolu zar zor görebildik.

zor
imperative

It's imperative that you follow the instructions carefully. - Dikkatli bir şekilde talimatları izlemek zorundasın.

It's imperative to go out. - Dışarı çıkmak zorunlu.

zor
{f} slog
Türkçe - Türkçe
Sıkıntı veya güçlükle yapılma durumu, zor olma, güçlük: "Seyfi, zorluk karşısında kalırsa, birini yakalayıp silah atmadan buraya dönecek."- S. Kocagöz
Sıkıntı veya güçlükle yapılma durumu, zor olma, güçlük
(Osmanlı Dönemi) NÜKR
(Osmanlı Dönemi) ŞERZ
Zor
teng
Zorluklar
(Osmanlı Dönemi) TELATİL
zor
Yüküm, mecburiyet: "Artık kızının evinde kalışının zordan olduğunu biliyordu."- N. Cumalı
zor
Güçlükle, zorla: "El ele vermiş polisler kaldırımlardan taşan halk kütlesini zor zapt ediyorlardı."- H. Taner
zor
Sıkıntı veya güçlükle yapılan: "Sabır güzel, faydalı; fakat zor şeydir."- B. Felek
zor
Sıkıntı veya güçlükle yapılan
zor
Sıkıntı, güçlük, rahatsızlık
zor
Güçlükle, zorla
zor
Sıkıntı, güçlük, rahatsızlık: "Onun için hiçbir zorum, sıkıntım yokmuş gibi, ara sıra denize taşlarımı atmakta devam ederek hızlı hızlı yürüdüm."- R. N. Güntekin
zor
Yapamazsın!
zor
Yüküm, mecburiyet
zor
Baskı: "Hocaların zoru ile çıkarılmış olan bu kanun yürümedi."- M. Ş. Esendal
zor
Baskı
zorluk