There's a deep strain of anti-intellectualism in American history.
- Amerikan tarihinde anti-entellektüelliğin derin bir zorlanması var.
Tom could hardly make himself understood.
- Tom meramını zorla anlatabildi.
I could hardly make out what she said.
- Söylediği şeyi zorla anlayabildim.
Illness forced him to give up school.
- Hastalık onu okuldan vazgeçmesi için zorladı.
A sudden illness forced her to cancel her appointment.
- Ani bir hastalık onu randevusunu iptal etmeye zorladı.
Tom likes to push the limits.
- Tom sınırları zorlamayı sever.
My parents pushed me to quit the baseball club.
- Anne babam beni beyzbol klübünden ayrılmaya zorladı.
The force of the wind made it difficult to walk.
- Rüzgarın gücü yürümeyi zorlaştırdı.
The army forced him to resign.
- Ordu onu istifa etmeye zorladı.
The rioters were forcibly removed from the plaza.
- Göstericiler zorla plazadan çıkarıldılar.
Bad weather forced us to call off the picnic.
- Kötü hava pikniği iptal etmemiz için bizi zorladı.
The army forced him to resign.
- Ordu onu istifa etmeye zorladı.
We can't force Tom to do that.
- Onu yapması için Tom'u zorlayamayız.
We can't force Tom to resign.
- Tom'u istifaya zorlayamayız.
He took it from her by force.
- O, onu ondan zorla geri aldı.
Snorri Sturluson's stories tells, among other things, how Christianity was spread in Norway by force.
- Snorri Sturluson'un hikayeleri diğer şeylerin arasında Hristiyanlığın Norveç'te nasıl zorla yayıldığını anlatır.
The examination compelled me to study hard.
- Sınav beni sıkı çalışmaya zorladı.
I was compelled to do this against my will.
- Zorla bunu yapmak için zorlandım.
Nobody's forcing you to do that.
- Onu yapman için hiç kimse seni zorlamıyor.
Nobody's forcing you to stay.
- Hiç kimse seni kalman için zorlamıyor.
Kate was obliged to read the book.
- Kate kitap okumaya zorlandı.
Tom shifted uneasily.
- Tom zorla değiştirdi.
I could hardly make out what she said.
- Söylediği şeyi zorla anlayabildim.
We were forced to work hard.
- Biz çok çalışmak için zorlandık.
We haven't been coerced in any way.
- Hiçbir şekilde zorlanmadık.
Tom claimed that the contract was invalid because he'd been coerced into signing it.
- Tom onu imzalamaya zorlanıldığı için sözleşmenin geçersiz olduğunu iddia etti.
Black people were compelled to work in cotton fields.
- Siyah insanlar pamuk tarlalarında çalışmak için zorlandılar.
No one may be compelled to belong to an association.
- Hiç kimse bir derneğe üye olmaya zorlanamaz.