I will never force you to marry him.
- Onunla evlenmen için seni asla zorlamayacağım.
Don't force yourself to eat if you don't want to.
- İstemiyorsan kendini yemeye zorlama.
Take care not to strain your eyes.
- Gözlerini zorlamamaya dikkat et.
Tom felt an urge to kill Mary.
- Tom Mary'yi öldürmek için bir zorlama hissetti.
They continued to push south.
- Onlar güneyi zorlamaya devam etti.
I didn't want to push my luck.
- Şansımı zorlamak istemedim.
I don't want to pressure you.
- Seni zorlamak istemiyorum.
I don't want to force you to do that.
- Onu yapman için seni zorlamak istemiyorum.
Persuasion is often more effectual than force.
- İkna genellikle zorlamaktan daha etkilidir.
I had hardly checked in at the hotel when he called me.
- Sen beni aradığında otelde zorla kayıt yaptırdım.
Tom could hardly make himself understood.
- Tom meramını zorla anlatabildi.
Illness forced him to give up school.
- Hastalık onu okuldan vazgeçmesi için zorladı.
A sudden illness forced her to cancel her appointment.
- Ani bir hastalık onu randevusunu iptal etmeye zorladı.
They continued to push south.
- Onlar güneyi zorlamaya devam etti.
Don't push your luck.
- Şansınızı zorlamayın.
In the end, the Germans were forced to withdraw.
- Sonunda, Almanlar geri çekilmeye zorlandı.
The force of the wind made it difficult to walk.
- Rüzgarın gücü yürümeyi zorlaştırdı.
I had to force Tom to take it.
- Onu alması için Tom'u zorlamak zorunda kaldım.
The rioters were forcibly removed from the plaza.
- Göstericiler zorla plazadan çıkarıldılar.
I was forced to submit to my fate.
- Ben kaderime boyun eğmek için zorlandım.
Bad weather forced us to call off the picnic.
- Kötü hava pikniği iptal etmemiz için bizi zorladı.
You can't force Tom to help Mary.
- Tom'u Mary'ye yardım etmeye zorlayamazsın.
We can't force Tom to resign.
- Tom'u istifaya zorlayamayız.
Snorri Sturluson's stories tells, among other things, how Christianity was spread in Norway by force.
- Snorri Sturluson'un hikayeleri diğer şeylerin arasında Hristiyanlığın Norveç'te nasıl zorla yayıldığını anlatır.
He took it from her by force.
- O, onu ondan zorla geri aldı.
Black people were compelled to work in cotton fields.
- Siyah insanlar pamuk tarlalarında çalışmak için zorlandılar.
War compelled soldiers to go to the front.
- Savaş askerleri cepheye gitmeye zorladı.
Nobody's forcing you.
- Hiç kimse seni zorlamıyor.
Nobody is forcing you to do this.
- Hiç kimse bunu yapman için zorlamıyor.
Kate was obliged to read the book.
- Kate kitap okumaya zorlandı.
Tom shifted uneasily.
- Tom zorla değiştirdi.
You don't want to push yourself too hard.
- Kendini çok zorlamak istemiyorsun.
I didn't want to push my luck.
- Şansımı zorlamak istemedim.
I had to force Tom to take it.
- Onu alması için Tom'u zorlamak zorunda kaldım.
I don't want to force you to do that.
- Onu yapman için seni zorlamak istemiyorum.
Tom is having a hard time deciding what to wear to the party.
- Tom partide ne giyeceğine karar vermede zorlanıyor.
The old man was hard of hearing.
- Yaşlı adam duymakta zorlanıyor.
We haven't been coerced in any way.
- Hiçbir şekilde zorlanmadık.
Tom claimed that the contract was invalid because he'd been coerced into signing it.
- Tom onu imzalamaya zorlanıldığı için sözleşmenin geçersiz olduğunu iddia etti.
The examination compelled me to study hard.
- Sınav beni sıkı çalışmaya zorladı.
Black people were compelled to work in cotton fields.
- Siyah insanlar pamuk tarlalarında çalışmak için zorlandılar.
I don't want to pressure you.
- Seni zorlamak istemiyorum.
I don't want to pressure you.
- Seni zorlamak istemiyorum.