It is difficult to translate a poem into another language.
- Bir şiiri başka bir dile çevirmek zordur.
He can't cope with difficult situations.
- Zor durumlarla başa çıkamıyor.
At the beginning it'll be tough, but everything's tough at the beginning.
- O, başlangıçta zor olacak, fakat her şey başlangıçta zordur.
They made equally tough demands.
- Onlar aynı derecede zor taleplerde bulundular.
It's hard to learn a foreign language.
- Yabancı dil öğrenmek zordur.
It's too hard for me.
- Bu benim için çok zordu.
She went through a long and arduous vocational course.
- O uzun ve zorlu bir meslek kursundan geçti.
Tom found himself in a tight spot.
- Tom, kendini zor bir durumda buldu.
You have to tighten those screws.
- Sen o vidaları sıkmak zorundasın.
The force of the wind made it difficult to walk.
- Rüzgarın gücü yürümeyi zorlaştırdı.
The army forced him to resign.
- Ordu onu istifa etmeye zorladı.
I don't want to complicate my life with all that!
- Tüm bunlarla hayatımı zorlaştırmak istemiyorum!
His being absent complicates matters.
- Onun yokluğu konuyu zorlaştırmaktadır.
During droughts, farmers are barely able to eke out a living.
- Kuraklık sırasında, çiftçiler kıt kanaat zorlukla geçinebiliyorlar.
I barely missed being struck.
- Çarpılmaktan zar zor kurtuldum.
In this city finding a taxi is complicated.
- Bu şehirde bir taksi bulmak zordur.
It's a complicated story.
- Bu anlaşılması zor bir hikaye.
Such a thing is considered theft and it has to be punished severely.
- Böyle bir şey hırsızlık olarak kabul edilir ve ciddi bir şekilde cezalandırılmak zorundadır.
In any case, she'll have to be severely punished.
- Her halükarda, ağır biçimde cezalandırılmak zorunda kalacak.
I think you're trying too hard.
- Bence fazla zorluyorsun.
I had a hard time trying to get this report finished on time.
- Bu raporu zamanında bitirtmeye çalışırken zor bir zaman geçirdim.
It's awkward for me to go to them without an invitation.
- Onlara davetiyesiz gitmek benim için zordur.
I could hardly make out what she said.
- Söylediği şeyi zorla anlayabildim.
I could hardly keep from laughing.
- Gülmemek için kendimi zor tuttum.
No matter how tired I might be, I have to work.
- Ne kadar yorgun olursam olayım, çalışmak zorundayım.
Try as you might, but you cannot force a belief onto someone else, much less your own self.
- Ne kadar uğraşırsan uğraş, bırak başkasını, kendini bile bir şeye zorla inandıramazsın.
A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death.
- Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.
Tom must conserve his strength.
- Tom gücünü korumak zorundadır.
There's a deep strain of anti-intellectualism in American history.
- Amerikan tarihinde anti-entellektüelliğin derin bir zorlanması var.
Tom's patience is being strained.
- Tom'un sabrı zorlanıyor.
That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve.
- Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
She helped me in a very sticky situation.
- Çok zor bir durumda bana yardım etti.
After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again.
- Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve.
- Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.
Tom has the toughest job here.
- Tom burada en zorlu işe sahip.
Sami Bakir is one of the toughest prosecutors in New York state.
- Sami Bekir, New York eyaletindeki en zorlu savcılardan biridir.
I've had a rough day.
- Zor bir gün geçirdim.
You'll have a rough time.
- Zor bir zaman geçireceksin.
I didn't know I was going to have to introduce the main speaker.
- Baş konuşmacıyı tanıtmak zorunda kalacağımı bilmiyordum.
It is hard to maintain one's reputation.
- Birinin ününü sürdürmek zordur.
This has got to mean something.
- Bu manidar olmak zorunda.
The teacher found it difficult to get his meaning across to the students.
- Öğretmen ne demek istediğini öğrencilere anlatmayı zor buldu.
I passed the examination with difficulty.
- Ben sınavı zorlukla geçtim.
I escaped from the sinking boat with difficulty.
- Batan tekneden zorlukla kaçtım.
Tom would be a formidable opponent.
- Tom zorlu bir rakip olacaktır.
Why do you always have to be so cruel?
- Neden her zaman bu kadar gaddar olmak zorundasın?
He has to go to the bathroom right when the food's being served. He's always doing things at such inconvenient times.
- O, yemek sunulduğunda doğru tuvalete gitmek zorunda. O hep böyle uygunsuz zamanlarda bir şeyler yapıyor.
I'm going to have a heavy day.
- Zor bir gün geçireceğim.
Because of the heavy fog, we could barely see the road in front of us.
- Yoğun sisten dolayı önümüzdeki yolu zar zor görebildik.
It's imperative that you follow the instructions carefully.
- Dikkatli bir şekilde talimatları izlemek zorundasın.
It is imperative for you to finish by Sunday.
- Pazar gününe kadar bitirmen zorunlu.