zora

listen to the pronunciation of zora
Türkçe - İngilizce
to have
zor
difficult

He can't cope with difficult situations. - Zor durumlarla başa çıkamıyor.

It was too difficult for me. - Bu benim için çok zordu.

zor
troublesome
zor
tough

At the beginning it'll be tough, but everything's tough at the beginning. - O, başlangıçta zor olacak, fakat her şey başlangıçta zordur.

My immediate boss is tough to please. - Şimdiki patronumu memnun etmek zordur.

zor
hard

Understanding you is really very hard. - Seni anlamak gerçekten çok zor.

It's too hard for me. - Bu benim için çok zordu.

zora gelme
have come
zora başvurma
coerciveness
zora dağlar dayanmaz
(Atasözü) Even the mighty yield when threatened with violence
zora düşmek
to get in a difficult position, get in a tight spot, get in a bind
zora gelememek
to be unable to stand stress, be unable to endure pressure
zora gelememek
to be unable to withstand hardship
zora koşmak
to make things difficult for (someone), make difficulties for (someone)
zora koşmak
to raise difficulties
zora sokmak
put smb. to his trump
zor
{s} arduous

She went through a long and arduous vocational course. - O uzun ve zorlu bir meslek kursundan geçti.

zor
crucial
zor
uneasy; causing difficulty
zor
knotty
zor
tight

I have to tighten my belt. - Ben kemerimi sıkmak zorundayım.

Tom found himself in a tight spot. - Tom, kendini zor bir durumda buldu.

zor
{i} force

The force of the wind made it difficult to walk. - Rüzgarın gücü yürümeyi zorlaştırdı.

The president was forced to return to Washington. - Başkan Washington'a dönmek zorunda kaldı.

zor
prickly
zor
barely

I barely passed the exam. - Ben zar zor sınavı geçtim.

During droughts, farmers are barely able to eke out a living. - Kuraklık sırasında, çiftçiler kıt kanaat zorlukla geçinebiliyorlar.

zor
complicated

In this city finding a taxi is complicated. - Bu şehirde bir taksi bulmak zordur.

It doesn't have to be that complicated. - Bu o kadar karmaşık olmak zorunda değil.

zor
uneasy
zor
problematic
zor
(Kanun) virtue
zor
stringent
zor
severe

Such a thing is considered theft and it has to be punished severely. - Böyle bir şey hırsızlık olarak kabul edilir ve ciddi bir şekilde cezalandırılmak zorundadır.

Tom's foot had to be amputated after it had become infected with gangrene following a severe frostbite. - Şiddetli bir donmanın ardından kangrenle enfekte olduktan sonra Tom'un ayağı kesilmek zorunda kaldı.

zor
trying

I had a hard time trying to get this report finished on time. - Bu raporu zamanında bitirtmeye çalışırken zor bir zaman geçirdim.

I have to keep trying. - Denemeye devam etmek zorundayım.

zor
awkward

It's awkward for me to go to them without an invitation. - Onlara davetiyesiz gitmek benim için zordur.

zor
hardly

Tom could hardly breathe after the race. - Tom yarıştan sonra zor nefes alabiliyordu.

I could hardly make out what she said. - Söylediği şeyi zorla anlayabildim.

zor
{i} might

If the door doesn't fit, you might have to shave off a bit of the wood until it closes properly. - Kapı uymuyorsa, düzgün şekilde kapanana kadar ahşabı biraz rendelemek zorunda kalabilirsin.

It might be a pain in the neck to do this, but we have to do it. - Bunu yapmak can sıkıcı olabilir fakat onu yapmak zorundayız.

zor
strength

A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death. - Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.

Tom must conserve his strength. - Tom gücünü korumak zorundadır.

zor
thorny
zor
compulsion
zor
strain

There's a deep strain of anti-intellectualism in American history. - Amerikan tarihinde anti-entellektüelliğin derin bir zorlanması var.

Take care not to strain your eyes. - Gözlerini zorlamamaya dikkat et.

zor
dys-
zor
straitened
zor
trick

It's hard to teach an old dog new tricks. - Yaşlı bir köpeğe yeni hünerler öğretmek zor.

That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve. - Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.

zor
constraint
zor
sticky

She helped me in a very sticky situation. - Çok zor bir durumda bana yardım etti.

zor
uphill

After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again. - Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.

zor
ticklish
zor
subtle
zor
tricky

That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve. - Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.

Operation of this computer is tricky. - Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.

zor
a tough
zor
toughest

Tom has the toughest job here. - Tom burada en zorlu işe sahip.

Their car entered one of the toughest races in the world. - Onların aracı dünyadaki en zorlu yarışlardan birine girdi.

zor
tougher
kendini zora sokmak
go off the deep end
zor
difficult, hard
zor
compulsion, constraint, obligation, necessity: Bunu yapmak zorunda değilim. I'm not obliged to do this. Ne zorun vardı bunu yapmaya? What made you feel obliged to do this?
zor
rough

You'll have a rough time. - Zor bir zaman geçireceksin.

She had a rough childhood. - Zor bir çocukluğu vardı.

zor
main

It is hard to maintain one's reputation. - Birinin ününü sürdürmek zordur.

Hard work is the main element of success. - Zor iş başarının ana unsurudur.

zor
mean

The teacher found it difficult to get his meaning across to the students. - Öğretmen ne demek istediğini öğrencilere anlatmayı zor buldu.

Does this mean that we have to file bankruptcy? - Bu iflasımızı sunmak zorunda olduğumuz anlamına mı geliyor?

zor
stiff
zor
pressure, coercion (exerted upon a person's mind): Onları ancak zor kullanarak hizaya getirebilirsin. The only way you can get them to fall into line is to pressure them
zor
difficult, hard, troublesome, tough, stiff; difficulty; obligation, compulsion, constraint; force, strength; barely, hardly
zor
with difficulty

We climbed up the mountain, but with difficulty. - Biz dağa tırmandık ama zorlukla.

I found your house with difficulty. - Evinizi zorla buldum.

zor
trickish
zor
trouble, difficulty, worry, problem: Hiçbir zoru yok. He's got nothing troubling him
zor
physical violence or the threat of physical violence, force: Zoru görünce direnmekten vazgeçti. When threatened with force he stopped holding out. Beni zor kullanmaya mecbur etme! Don't make me use force!
zor
hairy
zor
formidable

Tom would be a formidable opponent. - Tom zorlu bir rakip olacaktır.

zor
barely, just. Z
zor
baffling
zor
cruel

Why do you always have to be so cruel? - Neden her zaman bu kadar gaddar olmak zorundasın?

zor
inconvenient

He has to go to the bathroom right when the food's being served. He's always doing things at such inconvenient times. - O, yemek sunulduğunda doğru tuvalete gitmek zorunda. O hep böyle uygunsuz zamanlarda bir şeyler yapıyor.

zor
exacting
zor
bodily ailment or disorder: Zekâvet'in aklından zoru var galiba. It looks like Zekâvet's touched in the head. Hilmi'nin midesinden zoru var. Hilmi's got a stomach complaint
zor
dys
zor
bated
zor
heavy

Why do children have to carry such a heavy bag? - Çocuklar neden bu kadar ağır bir çanta taşımak zorundalar?

Because of the heavy fog, we could barely see the road in front of us. - Yoğun sisten dolayı önümüzdeki yolu zar zor görebildik.

zor
imperative

It's imperative to go out. - Dışarı çıkmak zorunlu.

It is imperative for you to finish by Sunday. - Pazar gününe kadar bitirmen zorunlu.

zor
{f} slog
İngilizce - İngilizce

zora teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı

Zora Neale Hurston
{i} (1891-1960) American Black female author who published many books (was active during the Harlem Renaissance)
Zora Neale Hurston
born Jan. 7, 1903, Eatonville, Fla., U.S. died Jan. 28, 1960, Fort Pierce, Fla. U.S. folklorist and writer. She joined a traveling theatrical company, ending up in New York, where she studied anthropology with Franz Boas at Columbia University and became associated with the Harlem Renaissance. She collaborated with Langston Hughes on the play Mule Bone (1931). Her first novel, Jonah's Gourd Vine (1934), was followed by the controversial but widely acclaimed Their Eyes Were Watching God (1937). She also wrote an autobiography, Dust Tracks on a Road (1942)
Türkçe - Türkçe

zora teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı

Zor
teng
zor
Yüküm, mecburiyet: "Artık kızının evinde kalışının zordan olduğunu biliyordu."- N. Cumalı
zor
Güçlükle, zorla: "El ele vermiş polisler kaldırımlardan taşan halk kütlesini zor zapt ediyorlardı."- H. Taner
zor
Sıkıntı veya güçlükle yapılan: "Sabır güzel, faydalı; fakat zor şeydir."- B. Felek
zor
Sıkıntı veya güçlükle yapılan
zor
Sıkıntı, güçlük, rahatsızlık
zor
Güçlükle, zorla
zor
Sıkıntı, güçlük, rahatsızlık: "Onun için hiçbir zorum, sıkıntım yokmuş gibi, ara sıra denize taşlarımı atmakta devam ederek hızlı hızlı yürüdüm."- R. N. Güntekin
zor
Yapamazsın!
zor
Yüküm, mecburiyet
zor
Baskı: "Hocaların zoru ile çıkarılmış olan bu kanun yürümedi."- M. Ş. Esendal
zor
Baskı
zora