zevkli

listen to the pronunciation of zevkli
Türkçe - İngilizce
amusing
pleasurable

I've always found her unbelievably pleasurable. - Ben her zaman onu inanılmaz zevkli buldum.

enjoyable

This novel is fun and enjoyable. - Bu roman eğlenceli ve zevkli.

Learning a foreign language is truly interesting and enjoyable. - Bir yabancı dil öğrenmek gerçekten ilginç ve zevkli.

tasteful
pleasant

It's pleasant to take a walk on the plateau. - Platoda yürüyüş yapmak zevklidir.

I found it pleasant walking in the country. - Kırsalda gezmeyi zevkli buldum.

enjoyable, pleasant, amusing; with good taste
fun

This novel is fun and enjoyable. - Bu roman eğlenceli ve zevkli.

Jane is fun to be with. - Jane ile birlikte olmak zevkli.

dilly
with good taste
funny
done in good taste, tasteful
zestful
decorous
tasty
(something) which gives one pleasure or delight, pleasurable, delightfully amusing
(someone) who has good taste, tasteful, discriminating
gracious
delightful
select
easy
enjoy

Learning a foreign language is truly interesting and enjoyable. - Bir yabancı dil öğrenmek gerçekten ilginç ve zevkli.

A hospital stay isn't very enjoyable. - Hastanede kalmak çok zevkli değil.

neat
spicy
zevk
enjoyment

Music and art can greatly contribute to the enjoyment of life. - Müzik ve sanat, yaşam zevkine çok büyük ölçüde katkıda bulunabilirler.

The poor acoustics in the hall severely affected the audience's enjoyment of the concert. - Salonun zayıf akustiği, dinleyicilerin konserden zevk almalarını ciddi şekilde olumsuz etkiledi.

zevk
pleasure

She takes pleasure in seeing horror films. - O, korku filmlerii izlemekten zevk alır.

We derive a lot of pleasure from books. - Biz kitaplardan çok zevk elde ederiz.

zevkli bir şekilde
tastefully
zevkli bir şekilde
tastily
zevkli bir biçimde
pleasurably
zevkli bir hal almak
become pleasurable
zevkli bulmak
find something pleasurable
zevkli görmek
find something pleasurable
zevkli hale gelmek
become pleasurable
zevkli kılmak
make something pleasurable
zevkli olmak
become pleasurable
zevk
{i} meat
zevk
{i} fancy
zevk
luxury
zevk
{i} like

I like to play sport for fun not for competition. - Sporu rekabet için değil zevk için yapıyorum.

I don't like his taste in color. - Onun renk zevkini sevmiyorum.

zevk
taste

Tom's taste in music is similar to mine. - Tom'un müzik zevki benimkine benzer.

You have good taste in music. - İyi bir müzik zevkin var.

zevk
treat
zevk
{i} sweet

I appreciate sweet things and books. - Tatlı şeyler ve kitaplardan zevk alırım.

The pain caused by love is much sweeter than any pleasure. - Aşkın verdiği acı herhangi bir zevkten daha tatlıdır.

zevk
savour
zevk
delightfulness
zevk
joy

She's jumping with joy. - O, zevkten dört köşe oluyor.

I jumped for joy when I heard the news. - Heberi duyduğumda zevkten dört köşe oldum.

zevk
amusement
zevk
appreciation
zevk
flavour
zevk
ecstasy
zevk
man

Throughout my life, I've had the great pleasure of travelling all around the world and working in many diverse nations. - Hayatım boyunca, tüm dünyada seyahat etmekten ve birçok farklı uluslarda çalışmaktan büyük zevk aldım.

I know why there are so many people who love chopping wood. In this activity one immediately sees the results. -- Albert EINSTEIN - Neden odun kesmekten büyük zevk alan bu kadar çok insan olduğunu biliyorum. Bu aktivitede sonuçları hemen anında görürsünüz. -- Albert EINSTEIN

zevk
gusto
zevk
pleasantness
zevk
indulgence
zevk
delight

To see the sunrise from a mountaintop is a delight. - Bir dağ zirvesinden güneş'in doğuşunu izlemek bir zevk.

Much to my delight, Mary brought me a music box from Boston as a gift. - Benim için büyük zevk, Mary bana Boston'dan bir hediye olarak bir müzik kutusu getirdi.

zevk
fleshpots
zevk
zest
zevk
fun

I like to play sport for fun not for competition. - Sporu rekabet için değil zevk için yapıyorum.

Jane is fun to be with. - Jane ile birlikte olmak zevkli.

zevk
amuse

We were greatly amused by her story. - Onun hikayesinden oldukça zevk aldık.

zevk
gratification

That job gave him little gratification. - Bu iş ona biraz zevk verdi.

ince zevkli
(someone) whose tastes reflect great discrimination, whose tastes are refined
kıyafet seçiminiz çok zevkli
You have wonderful taste in clothes
zevk
liking

She gave me a necktie which was completely to my liking. - O bana tamamen zevkime uygun bir kravat verdi.

zevk
savour [Brit.]
zevk
bang
zevk
enjoyment, pleasure, delight, fun, indulgence, kick; taste, flavour; appreciation, good taste
zevk
good taste

It requires a good taste to study art. - Sanat öğrenimi yapmak iyi bir zevk gerektirir.

Tom has good taste in music. - Tom'un iyi bir müzik zevki var.

zevk
kick

Tom gets a kick out of this kind of thing. - Tom bu tür şeyden zevk alıyor.

He gets a kick out of reckless driving. - O dikkatsiz araç kullanmaktan çok büyük zevk alır.

zevk
pleasure, delight, enjoyment, fun, delectation
zevk
sense of taste, gustation
zevk
delectation
zevk
good taste, taste, discrimination
zevk
(a) taste, (a) preference, (a) liking
zevk
savor
zevk
relish

Dangers give relish to an adventure. - Tehlikeler bir maceraya zevk verir.

Danger gives relish to adventure. - Tehlike maceraya zevk verir.

zevk
lusty
zevk
jollity
zevk
stingo
Türkçe - Türkçe
Beğenilen, hoşa giden
Beğenilen, hoşa giden: "Bütün vücudumda zevkli ürpermelerle titriyordum."- R. N. Güntekin
Beğenisi olan (kimse)
ZEVK
(Osmanlı Dönemi) Lezzet alma, hoşa gitme, tatma
ZEVK
(Osmanlı Dönemi) Alay etmek. Güzeli çirkinden ayırma kabiliyeti.(Hayatın zevkini ve lezzetini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve ferâizle zinetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz... S.)
ZEVK
(Osmanlı Dönemi) Boş vakit geçirmek. Eğlenmek
ZEVK
(Osmanlı Dönemi) Hoş, hoşa giden. Mânevi haz
Zevk
selvet
zevk
Güzeli çirkinden ayırt etme yetisi, beğeni
zevk
Eğlence

Basketbol oynamak çok eğlenceli. - Basket oynamak çok zevklidir.

zevk
Tat, lezzet
zevk
Hoşa giden veya çekici bir şeyin elde edilmesinden, düşünülmesinden doğan hoş duygu, haz
zevk
Tat, lezzet: "Batı edebiyatında şarap içmekten onun zevkinden hiç bahsedilmez."- B. Felek
zevk
Hoşa giden veya çekici bir şeyin elde edilmesinden, düşünülmesinden doğan hoş duygu, haz: "İçtik bu nadir içkiyi yıllarca kanmadık / Bir böyle zevke tek bir ömür yetmiyor yazık."- Y. K. Beyatlı
zevk
Hoşa giden ve eğlendiren şey
zevk
Hoşa giden ve eğlendiren şey: "Su gibi para harcıyor, zevkine zevk, rahatına rahat katıyor."- N. Cumalı
zevk
Beğeni
zevkli