Tom seems to be able to stay thin even though he eats quite a bit.
- Tom oldukça çok yemesine rağmen zayıf kalabiliyor gibi görünüyor.
Tom says he doesn't know how Mary stays so thin.
- Tom Mary'nin nasıl zayıf kaldığını bilmediğini söylüyor.
Everyone has both strong and weak points.
- Herkesin hem güçlü hem de zayıf noktaları vardır.
Although the economy is weak, some companies are still making a profit.
- Ekonomi zayıf olmasına rağmen, bazı şirketler hâlâ kazanç sağlıyor.
There's a slim chance I won't be able to make it to the meeting.
- Bunu toplantıya kadar yapamayacağıma dair zayıf bir ihtimal var.
He was tall, slim and strong.
- O uzun, zayıf ve güçlüydü.
I want you to stop preying on people's weaknesses.
- İnsanların zayıflıklarını istismar etmeye son vermeni istiyorum.
It isn't hard to overcome your weaknesses.
- Zayıflıklarının üstesinden gelmek zor değil.
John is as lean as a wolf.
- John bir kurt gibi zayıftır.
Tom is lean and tall.
- Tom zayıf ve uzun boylu.
Why are men strong even if they're slender?
- Erkekler zayıf olsalar bile neden güçlüdür?
They said he had a weak form of smallpox.
- Onun çiçek hastalığının zayıf evresini geçirdiğini söylediler.
Who would have thought that she could be so thin and small?
- Kim onun o kadar zayıf ve küçük olabileceğini düşünürdü?
Your accent's good, but your pronunciation's a little bit off.
- Senin aksanın iyi ama telaffuzun biraz zayıf.
Tom never admits that he's wrong, because he thinks that's a sign of weakness.
- Tom asla hatalı olduğunu kabul etmez, çünkü onun bir zayıflık işareti olduğunu düşünür.
My knowledge of Japanese is rather poor.
- Japonca bilgim oldukça zayıftır.
Poor sight is a handicap to an athlete.
- Zayıf görme bir atlet için bir engeldir.
It doesn't work so well because the battery is low.
- Bu, pil zayıf olduğu için çok iyi çalışmıyor.
The chance of rain is low.
- Yağmurun yağma ihtimali zayıf.
The sound grew fainter and fainter.
- Ses gittikçe zayıfladı.
The noise grew fainter, till it was heard no more.
- Ses gittikçe zayıfladı, artık duyulmayıncaya kadar.
I don't want to hear your feeble excuses.
- Zayıf bahanelerinizi duymak istemiyorum.
The older we get, the weaker our memory becomes.
- Yaşımız ilerledikçe hafızamız zayıflıyor.
The girl's voice became weaker and weaker.
- Kızın sesi gittikçe zayıfladı.
She has spent hours at the gym trying to lose weight.
- Zayıflamaya çalışarak jimnastik salonunda saatler harcadı.