Tom seems to be able to stay thin even though he eats quite a bit.
- Tom oldukça çok yemesine rağmen zayıf kalabiliyor gibi görünüyor.
She was painfully thin.
- O, acı verecek şekilde zayıftı.
John took advantage of Bill's weakness.
- John Bill'in zayıflığından istifade etti.
Lack of food had left him weak and exhausted.
- Gıda yetersizliği onu zayıf ve bitkin düşürdü.
There's little chance of keeping slim, unless you stick to a diet.
- Bir diyete sıkı sıkıya sarılmadıkça, çok az zayıf kalma şansı vardır.
There's a slim chance I won't be able to make it to the meeting.
- Bunu toplantıya kadar yapamayacağıma dair zayıf bir ihtimal var.
John is as lean as a wolf.
- John bir kurt gibi zayıftır.
Tom is lean and tall.
- Tom zayıf ve uzun boylu.
Why are men strong even if they're slender?
- Erkekler zayıf olsalar bile neden güçlüdür?
They said he had a weak form of smallpox.
- Onun çiçek hastalığının zayıf evresini geçirdiğini söylediler.
Who would have thought that she could be so thin and small?
- Kim onun o kadar zayıf ve küçük olabileceğini düşünürdü?
Your accent's good, but your pronunciation's a little bit off.
- Senin aksanın iyi ama telaffuzun biraz zayıf.
Tom has a poor memory.
- Tom'un zayıf bir hafızası var.
I'm afraid my depth perception is very poor.
- Korkarım benim derinlik algım çok zayıf.
It doesn't work so well because the battery is low.
- Bu, pil zayıf olduğu için çok iyi çalışmıyor.
The chance of rain is low.
- Yağmurun yağma ihtimali zayıf.
The sound of shouting grew faint.
- Bağırma sesi giderek zayıfladı.
The sound grew fainter and fainter.
- Ses gittikçe zayıfladı.
I don't want to hear your feeble excuses.
- Zayıf bahanelerinizi duymak istemiyorum.
As Sadako grew weaker, she thought more about death.
- Sadako zayıflarken, ölüm hakkında daha çok düşündü.
The older we get, the weaker our memory becomes.
- Yaşımız ilerledikçe hafızamız zayıflıyor.
She has spent hours at the gym trying to lose weight.
- Zayıflamaya çalışarak jimnastik salonunda saatler harcadı.