zamanlı

listen to the pronunciation of zamanlı
Türkçe - İngilizce
timely, well-timed
(Otomotiv) stroke

2-stroke motorcycle engine.

timely
zaman
date

Mary and I dated a long time ago. - Mary ve ben uzun zaman önce çıktık.

Have a good time on your date. - Randevunda iyi zaman geçir.

zaman
time

What are the measures of time? - Zamanın ölçüsü nedir?

Some read books just to pass time. - Bazıları yalnızca zaman geçsin diye kitap okurlar.

zamanlı zamansız (doing something)
without stopping to consider whether or not one's doing it at a suitable time: Zamanlı zamansız bana uğrar. He drops in to see me at absolutely any time he feels like it
zaman
tense

I am always tense before I get on an airplane. - Uçağa binmeden önce her zaman gergin olurum.

Relations between China and Japan have been tense recently. - Çin ve Japonya arasındaki ilişkiler son zamanlarda gergin olmuştur.

zaman
moment

I'll talk to him at the earliest possible moment. - Mümkün olan en kısa zamanda onunla konuşacağım.

From the moment he arrived there, he kept on bothering his doctor to tell him when he would be able to go home. - Oraya vardığı andan itibaren, eve ne zaman gidebileceğini kendisine söylemesi için doktoru rahatsız etmeye devam etti.

zaman
hour

George was describing a 30 pound bass he'd caught recently after fighting it for three hours. - George, son zamanlarda üç saatlik mücadeleden sonra yakaladığı 30 paundluk bir levreği tanımlıyordu.

Is it possible for you to come to the office an hour earlier than usual tomorrow? - Yarın her zamankinden bir saat daha erken ofise gelmen mümkün mü?

zaman
time, season: Yenidünya zamanı geldi. Loquats are now in season
zaman
cycle
zaman
bout
zaman
while

He always sings while having a shower. - O her zaman duş alırken şarkı söyler.

He kept on working all the while. - O,her zaman çalışmaya devam etti.

zaman
the right time or the time appointed (to do something): Artık bu işin zamanı geldi. It's now the right time to do this job
zaman
father time
zaman
mus. time, meter, rhythm
zaman
when: geldiği zaman when he came
zaman
whilst
zaman
free time: Bugün hiç zamanım yok. I've no free time today. 7 gram. tense
zaman
day

I make it a rule to read the newspaper every day lest I should fall behind the times. - Zamanın gerisinde kalmayayım diye her gün gazete okumayı bir alışkanlık haline getirdim.

I read a newspaper every day so that I may keep up with the time. - Zamana ayak uydurabileyim diye her gün gazete okurum.

zaman
geol. era
zaman
season

When does the rainy season in Japan begin? - Japonya'da yağışlı sezon ne zaman başlar?

When will the rainy season be over? - Yağışlı sezon ne zaman bitecek?

zaman
when

When can I swim here? - Ne zaman burada yüzebilirim?

We'll do it when we have time. - Zamanımız olduğunda onu yapacağız.

zaman
sands
kendinden zamanlı
self-timer
kendinden-zamanlı
(Bilgisayar) self-timer
zaman
reign

Once upon a time there lived an emperor who was a great conqueror, and reigned over more countries than anyone in the world. - Bir zamanlar büyük bir fatih olan bir imparator yaşardı ve dünyadaki herhangi birinden daha fazla ülkede hüküm sürdü.

There was a time when kings and queens reigned over the world. - Kralların ve kraliçelerin dünyada hüküm sürdüğü bir zaman vardı.

zaman
(Bilgisayar) time-scale
zaman
occasion

He occasionally visited me. - O, zaman zaman beni ziyaret etti.

He doesn't travel much apart from occasional business trips. - O zaman zaman iş gezilerinin dışında çok seyahat etmez.

zaman
age

If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky. - Eğer İskoçya'dan gelmiyorsa ve en az on iki yıl eskitilmediyse o zaman o, viski değildir.

It's been quite ages since we last met. - Son karşılaştığımızdan beri oldukça uzun zaman oldu.

zaman
epoch
zaman
(Dilbilim) temporal
zaman
period

Ten years is a really long period of time. - On yıl gerçekten uzun bir zaman aralığıdır.

Go easy on Bob. You know, he's been going though a rough period recently. - Bob'ın üzerine fazla gitmeyin.Bilirsiniz, o, son zamanlarda zor bir sürece rağmen devam etmektedir.

zaman
(Bilgisayar) time card
zaman
era
zaman
space

Between space and time. - Uzay ve zaman arasında.

If geometry is the science of space, what is the science of time? - Geometri uzay bilimi ise, zaman bilimi nedir?

zaman
times

There were no radios in those times. - O zamanlar hiç radyo yoktu.

In Viking times Greenland was greener than today. - Viking zamanında, Grönland bugünkünden daha yeşildi.

zaman
duration
zaman
(Tıp) chrono-
zaman
(Bilgisayar) timecard
zaman
everytime

Everytime I look at him, he smiles. - Ona ne zaman baksam gülümser.

zaman
time: Zaman nehir gibi akıyor. Time flows like a river. Bana zaman lazım. I need time. Fatoş'un zamanı az. Fatoş has little time to spare. ışık söndürme zamanı lights-out
zaman
leeway
zaman
meantime
aynı zamanlı
synchronous
zaman
age, era, epoch: zamanın âlimleri the learned men of the age
zaman
(a person's) youth or prime; the time when one was engaged in a particular activity: Benim zamanımda bu işyerinin yönetim biçimi bambaşkaydı. This office was run quite differently in my time
zaman
of time

It's a waste of time to stay longer. - Daha uzun kalmak zaman kaybıdır.

What are the measures of time? - Zamanın ölçüsü nedir?

zaman
to time
dört zamanlı
four cycle
dört zamanlı
four-stroke
dört zamanlı
four-cycle, four-stroke
dört zamanlı
four stroke
dört zamanlı motor
four stroke engine
gerçek zamanlı mod
(Askeri) real-time mode
gerçek zamanlı sentetik video
(Askeri) real-time synthetic video
iki zamanlı
twocycle
iki zamanlı
two stroke
iki zamanlı
two-cycle, two-stroke
taktik sığınma sistemi; hedef algılama sistemi; zaman paylaşımlı sistem; zamanlı
(Askeri) tactical shelter system; target sensing system; timesharing system; time signal set; traffic service station
tamamlanmış geçmiş zamanlı fiil
perfect
vurgu zamanlı dil
(Dilbilim) stress-timed language
vurgu zamanlı ritim
(Dilbilim) stress timed rhythym
zaman
time; age, era, epoch, period; tense; reign
zaman
year

We have a lot of snow at this time of the year. - Yılın bu zamanında bir sürü karımız var.

We had a lot of snow about this time last year. - Geçen yıl yaklaşık bu zaman çok fazla kar vardı.

şimdiki zamanla kullanılan geçmiş zamanlı kelime
preterite present
İngilizce - İngilizce

zamanlı teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı

zaman
Albizia saman, a large tropical tree in the pea family
zaman
large ornamental tropical American tree with bipinnate leaves and globose clusters of flowers with crimson stamens and sweet-pulp seed pods eaten by cattle
Türkçe - Türkçe
Bölümlü
Ölçü bölümlü
Uygun bir zamanda
zamanlı zamansız
Gelişigüzel zamanlarda, vakitli vakitsiz
ZAMAN
(Osmanlı Dönemi) Bak: Zeman
ZAMAN
(Hukuk) Bir ödemeyi veya zarar ziyanı karşılama sorumluluğunu üstlenme
Zaman
devran
Zaman
vakit

Şu sıralar BT sertifikasyonlarına çalışmaya çok vakit harcıyorum. - Bu aralar IT sertifikasyonlarına çalışmak için epey zaman harcıyorum.

Nasıl vakit buluyor bilmiyorum. - Buna nasıl zaman ayırıyor bilmiyorum.

Zaman
dem
Zaman
adar
Zaman
eyn
Zaman
(Osmanlı Dönemi) AFUR
art zamanlı
Evrim açısından ele alınan süre içinde birbirini izleyen, diyakronik
art zamanlı dil bilimi
Dil olaylarını değişik zaman ve evrim açısından ele alan dil bilimi
eş zamanlı
Başlamalarıyla bitmeleri arasında geçen zaman eşit olan (olaylar), senkronik
eş zamanlı
Aynı zamanda oluşan
eş zamanlı dil bilimi
Bir dilin zaman içindeki değişme ve gelişmesi sırasında, belirli bir dönemde ortaya çıkan olgularını inceleyen dil bilimi
zaman
Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler
zaman
Velid Ebüzziya'nın 1934 çıkardığı gazete
zaman
Fiillerin belirttikleri geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman, geniş zaman kavramı
zaman
Belirlenmiş olan an. Çağ, mevsim
zaman
Belirlenmiş olan an
zaman
Bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler: "Eski müdür zamanında hayli şımarmış olan bu miskin ve ukala herifi sepetledi."- H. Taner
zaman
Bir süre ile ilgili durum ve şartlar: "Sigarasını efkârlı olduğu zamanlar yaptığı gibi sık nefeslerle çabuk çabuk içiyordu."- H. Taner
zaman
Yer kabuğunun geçirdiği gelişimde belirlenen ve fosillere göre dörde ayrılan geniş evrelerden her biri
zaman
Dönem, devir
zaman
Güneş ve yıldızların öğlene göre açısal uzaklığına karşılık bir ölçü
zaman
Bir süre ile ilgili durum ve şartlar
zaman
Bir iş veya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit: "Zaman geçtikçe hafifleyecek yerde, daha ziyade ağırlaşan bir vicdan azabı duyarım."- Ö. Seyfettin
zaman
Bu sürenin belirli bir parçası, vakit: "Efendiler, az söylemek çok yapmak zamanı gelmiştir."- A. İlhan
zaman
Bu sürenin belirli bir parçası, vakit
zaman
Çağ, mevsim
zaman
Bir iş veya oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit
zamanlı