yersiz

listen to the pronunciation of yersiz
Türkçe - İngilizce
homeless; out of place, untimely, improper, inopportune, inept, ill-timed, out of turn, uncalled-for, gratuitous; unfounded, groundless
(Ticaret) unjust
impertinent
discursive
untoward
placeless
out-of-turn
untimely
irrational
out of turn
unjustifiable
uncalled-for
uncomely
gratuitous
unseemly
superfluous
unearthly
out of season
out-of-place
unseasonable
unwarranted
inconsequential
unfortunate
unfounded
mistaken
beside the point
amiss
digressive
ill-timed
inappropriate

Tom brought a bunch of roses for Mary for International Women's Day, but she found it inappropriate. - Tom Uluslararası Kadınlar Günü için Mary'ye bir demet gül getirdi, ama o bunu yersiz buldu.

It would be inappropriate to discuss that now. - Onu şimdi tartışmak yersiz olurdu.

inexpedient
irrelevant
out of place

His criticisms were out of place. - Onun tenkitleri yersizdi.

infelicitous
baseless

All of your accusations are baseless. She is innocent, and we are going to prove that. - Suçlamalarınızın tümü yersizdir. O masumdur ve biz bunu kanıtlayacağız.

malapropos
inopportune
improper
incongruous
indiscreet
unsuitable, inappropriate
inapt
indecent
inept
inapposite
homeless
idle
injudicious
out  of  place
{s} undue

There is no cause for undue alarm. - Yersiz alarm için hiç sebep yok.

uncalled for
{s} unhappy
illtimed
ill timed
yer
location

I prefer a quieter, even boring, location for our next meeting. - Bir sonraki buluşmamız için daha sessiz, hatta sıkıcı bir yeri tercih ederim.

Please tell me your location. - Lütfen bana bulunduğunuz yeri bildirin.

yer
place

I don't think television will take the place of books. - Televizyonun, kitapların yerini alacağını sanmıyorum.

Put yourself in my place. - Kendini benim yerime koy.

yer
floor

The police found some blood on the floor. - Polisler yerde biraz kan buldular.

I felt the floor shake. - Yerin sallandığını hissettim.

yer
{i} ground

After the earthquake, people stared into the deep hole in the ground in surprise. - Depremin ardından, insanlar şaşkınlıkla yerdeki derin çukura baktılar.

In an earthquake, the ground can shake up and down, or back and forth. - Bir depremde, yer yukarı ve aşağı ya da geriye ve ileriye sallanabilir.

yersiz yurtsuz
vagrant
yersiz yurtsuz
completely homeless
yersiz espri yapan
facetious
yersiz korku
hobgoblin
yersiz yurtsuzlaşma
deterritorialization
yersiz yurtsuzlaştırma
deterritorialization
yersiz yurtsuz
Homeless, without a roof over one's head, on the streets, vagrant, sleeping rough
yersiz yurtsuz
(deyim) With no roots

Gün geçiktçe dünyadaki yersiz yurtsuz insanların sayısı artıyor, daha fazla insan sokaklarda yaşmağa başlıyor.

yersiz bir şekilde
unjustifiably
yersiz bir şekilde
dissonantly
yersiz davranış
indiscretion
yersiz eleştiri
undue criticism
yersiz konuşma
idle talk
yersiz konuşmak
speak out of turn
yersiz korku
bugbear
yersiz korku
bugaboo
yersiz olarak
placelessly
yersiz olarak
distemperately
yersiz olarak
digressively
yersiz olma
inaptitude
yersiz olma
irrelevancy
yersiz olma
irrelevance
yersiz olmayan
well-grounded
yersiz oluş
untimeliness
yersiz sorular soran
inquisitive
yersiz söz
non sequitur
yersiz yurtsuz completely
homeless
yerli yersiz
in season and out of season
yerli yersiz
(deyim) Without any concern for appropriateness
yerli yersiz
(deyim) In and out of season, in season and out of season; at all times, whether usual or appropriate or not
yerli yersiz (doing something)
without stopping to consider whether or not it's appropriate
yerli yersiz espri yapan
facetious
yerli yersiz konuşmak
(deyim) speak out of turn
yer
spot

Tom got the key from its secret hiding spot and opened the door. - Tom gizli saklama yerinden anahtarı aldı ve kapıyı açtı.

You're parked in my spot. - Benim yerime park ettin.

yer
{i} terrain

Situated on hilly terrain, the cathedral can be seen from a long distance. - Tepelik arazide yer alan katedral uzun bir mesafeden görülebilir.

yer
{i} stand

Stand where you are or I'll kill you. - Olduğun yerde kal yoksa seni öldürürüm.

Tom walked over to where Mary was standing. - Tom Mary'nin durduğu yere doğru yürüdü.

yer
(Bilgisayar) to
yer
{i} quarter

I eat dinner at quarter past seven. - Yediyi çeyrek geçe akşam yemeğini yerim.

yer
{i} where

Where there's smoke there's fire. - Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.

Stratford-on-Avon, where Shakespeare was born, is visited by many tourists every year. - Shakespeare'in doğduğu yer, Stratford-on-Avon, her yıl bir sürü turist tarafından ziyaret edilir.

yer
(Bilgisayar) topo
yer
residence
yer
(Askeri) catchall
yer
housing
yer
trace

The police looked everywhere and could find no trace of Tom. - Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili hiçbir iz bulamadı.

This security system allows us to trace employees movements anywhere they go. - Bu güvenlik sistemi çalışanların hareketlerini gittikleri yerde izlemelerine izin verir.

yer
(Havacılık) spool
yer
duty

You must fulfill your duty. - Görevini yerine getirmelisin.

Come what may, we must do our duty. - Ne olursa olsun vazifemizi yerine getirmeliyiz.

yer
party

A party is a good place to make friends with other people. - Parti başka insanlarla arkadaş olmak için elverişli bir yerdir.

The floor was strewn with party favors: torn noisemakers, crumpled party hats, and dirty Power Ranger plates. - Yer partiden kalanlar yüzünden dağınıktı: Yırtık gürültüyapıcılar, kırışık parti şapkaları, ve kirli Power Ranger tabakları.

yer
bin

I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one. - Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.

yer
facility
yer
swatch
yer
venture
yer
point

His speech was to the point. - Onun konuşması tam yerindeydi.

Instead of beating around the bush, Jones got straight to the point. - Lafı dolandırmak yerine, Jones doğrudan konuya girdi.

yer
feature
yer
(Bilgisayar) in
yer
terrane
yer
yard
yer
employment
yer
scar

She's out there somewhere alone and scared. - O orada bir yerde yalnız ve korkmuş.

The natives are scared of this place. - Yerliler buradan korkuyorlar.

yer
mark

Is there anywhere I can go to find a flea market? - Herhangi bir yerde gidebileceğim bir bit pazarı var mı?

Markku joined the local football club. - Markku yerel futbol kulübüne katıldı.

yer
subterranean
yer
{i} whereabouts

Dan lied about his whereabouts. - Dan bulunduğu yer hakkında yalan söyledi.

I don't know his whereabouts. - Onun bulunduğu yeri bilmiyorum.

yer
site

The investigators gathered evidence from the crash site. - Araştırmacılar kaza yerinden delil topladılar.

A visit to the city centre, listed as a UNESCO World Heritage Site, is a must. - Bir UNESCO Dünya Mirası Yeri olarak listelenen şehir merkezine bir ziyaret bir zorunluluktur.

yer
locality
yer
situs
yer
room

Is there any room to spare in your car? - Arabanızda ayıracak yer var mı?

There is no room to doubt that he is a gifted artist. - Onun yetenekli bir sanatçı olduğundan şüphe etmeye yer yok.

yer
earth

In the beginning God created the heaven and the earth. - Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.

The earth is where we all live. - Dünya hepimizin yaşadığı yerdir.

yer
seat

Tom saved Mary a seat. - Tom Mary'ye bir yer ayırdı.

Tom showed up early so he could get a good seat. - İyi bir yer alabilmek için Tom erken geldi.

yer
situation

Why don't you actually consider your situation instead of just chancing it? - Sadece onu değiştirmek yerine, neden durumunu gerçekten düşünmüyorsun?

If I were you, I would have done the same thing in such a difficult situation. - Yerinde olsam, böyle zor bir durumda aynı şeyi yaparım.

yer
abode
yer
the land
yer
{i} slot
yer
placing
yer
place of
Yer
(Tıp) locum
yer
station

The office where my father works is near the station. - Babamın çalıştığı yer istasyonun yakınındadır.

The station is situated in between the two towns. - İstasyon iki şehir arasında yer almaktadır.

yer
geo

Georgia is his native state. - Gürcistan onun yerli devletidir.

George III has been unfairly maligned by historians. - George III, tarihçiler tarafından haksız yere kötü muamele gördü.

yer
(a) seat; (a) room: Matine için iki yer ayırttım. I've reserved two seats for the matinée. Lokantada dört kişilik bir yer buldum. I found a table for four in the restaurant. Bu otelde boş yer yok. This hotel has no vacant rooms
yer
place; spot; position; location: Kandilli fevkalade güzel bir yer. Kandilli is an extraordinarily beautiful place. Senin yerin burası. This is your place./This is where you're to be. Eğlence yeri değil burası; ciddi bir işyeri. This isn't a place you come to in order to amuse yourself; it's a place where business is transacted in a serious way. Yerimde olsaydın ne yapardın? If you'd been in my shoes what would you have done? Feramuz Paşa'nın tarihteki yeri pek önemli sayılamaz. Feramuz Pasha's place in history cannot be reckoned an important one. Bu evin yeri hoşuma gidiyor. I like this house's location. Ağrının yerini daha iyi tarif edemez misiniz? Can't you describe more clearly where the pain is?
yer
mark (left by something): yara yeri scar left by a wound
yer
the earth, the ground: Yere düştü. He fell to the ground. Bütün parası yerde gömülü. All of his money is buried in the ground
yer
premises
yer
floor: Bebek yerde emekliyor. The baby's crawling on the floor. Yerler halı kaplıydı. The floors were covered with rugs
yer
place; location, spot, point; ground; floor; seat; space, room; situation, employment, duty; mark, scar, trace; earth
yer
platform
yer
locale
yer
space

Tom backed his car out of the parking space. - Tom arabasını park yerinden çıkardı.

In the U.S., there are more prisoners than there is jail space for them. So the prisons are overcrowded. - Amerika'da hapishanede mahkumlar için ayrılan yer mahkumlara yeterli değildir.Bu yüzden hapishaneler çok kalabalıktır.

yer
standing

Tom walked over to where Mary was standing. - Tom Mary'nin durduğu yere doğru yürüdü.

We're out of chairs. Would you mind eating while standing up? - Sandalyemiz yok. Ayakta dururken yer misin?

yer
area

I live in a remote area. - Uzak bir yerde yaşıyorum.

Tom doesn't like people who smoke in no smoking areas. - Tom, sigara içilmesi yasak yerlerde sigara içen insanlardan hoşlanmaz.

yer
mother earth
yer
terrain, region, area
yer
space, room: Otobüsün arka tarafında yer yok. There's no room in the back of the bus
yer
(Askeri) geolocation code file; standard specified geographic location file
yer
importance, place of importance: Bu maddenin sanayideki yeri yadsınamaz. It can't be denied that this material is of importance for industry
yer
post

Instead of posting here, use Twitter. - Buraya posta gönderme yerine Twitter'ı kullan.

Instead of coming directly home, I took the long way and stopped by the post office. - Doğrudan eve gelme yerine uzun bir yol yürüdüm ve postanenin yanında durdum.

yer
glebe
yer
terraneous
yer
the earth, the planet earth
yer
position

All the players were in position. - Bütün oyuncular yerlerindeydi.

With deep and reverent awe I replaced the candelabrum in its former position. - Derin ve saygılı huşuyla şamdanı önceki yerine koydum.

yer
stead

The president did not come, but sent the vice-president in his stead. - Başkan gelmedi ama, yerine başkan yardımcısını gönderdi.

If you can't come, send someone in your stead. - Eğer gelemiyorsan senin yerine birini gönder.

yer
locus
yer
ubiety; pew
yer
place, position (of employment)
yer
footing
yer
passage or part (of something written or spoken): Söylevimin bu yeri alkışlanmaya değer, değil mi? This part of my speech merits applause, doesn't it?
yer
piece of land, piece of property: Kalamış'ta bir yer aldık. We bought a piece of property in Kalamış
yer
lampoon

It's easy to lampoon their ideas now, but they seemed quite reasonable at the time. - Şu an onların fikirlerini yermek kolay, fakat onlar o zaman epey haklı göründü.

yer
billet
yer
whither
yer
{i} ubiety
yer
whence
İngilizce - İngilizce

yersiz teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı

yer
you

'Still, yer got nice looks,' said Ella.

yer
yeah; yes
yer
your

'Make yer way down to the station,' he said.

yer
you're

Yer a lotta nosey parkers.

yer
Yer is used in written English to represent the word `you' when it is pronounced informally. I bloody told yer it would sell. your or you
yer
Ere; before
yer
pron. (Informal) your
yer
{e} ere; before (Archaic)
yer
Yer is used in written English to represent the word `your' when it is pronounced informally. Mister, can we 'elp to carry yer stuff in?
Türkçe - Türkçe
Yerinde olmayan, uygunsuz, anlamsız, manasız: "Hepsini birden istemek / Yersiz / Zamanı var / Biz zengin değiliz."- B. Necatigil
Barınacak yeri olmayan
Yerinde olmayan, uygunsuz, anlamsız, manasız
yersiz yurtsuz
Barınacak yeri olmayan
yerli yersiz
(deyim) Saçma sapan, ulu orta
yerli yersiz
(deyim) Uygun zamanı olup olmadığı düşünülmeden
Yer
nokta
Yer
(Hukuk) MAHAL
Yer
(Osmanlı Dönemi) RİMM
Yer
(Osmanlı Dönemi) MEVKİ'
Yer
(Osmanlı Dönemi) HAYYİZ
Yer
yan
yer
Herhangi bir şeye, bir işe ayrılmış bölüm veya alan
yer
Bulunulan, yaşanılan, oturulan şehir, kasaba, mahalle
yer
Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân: "İzinsiz bir yere gitmek ne haddime?"- M. Ş. Esendal
yer
Gezinilen, ayakla basılan taban
yer
Yer yuvarı, yerküre, dünya
yer
Bulunulan, yaşanılan, oturulan şehir, kasaba, mahalle: "Anadolu'nun bazı yerlerinde eski bir kocakarı itikadı vardır."- R. N. Güntekin
yer
Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân
yer
Durum, konum
yer
Ülke, bölge
yer
Önem
yer
Durum, konum, vaziyet
yer
Durum, konum, vaziyet. Ülke, bölge
yer
Sinema ve tiyatroda veya taşıtlarda oturulacak koltuk, sandalye
yer
Gezinilen, ayakla basılan taban: "Ayıp bir şey gördü mü kulaklarına kadar kızarıyor, gözünü yerde bir noktaya dikip öylece kalakalıyordu."- H. Taner
yer
Görev, makam
yer
Görev, makam: "Askerden gelirse bakalım bir yere yerleştirebilecek miyiz?"- M. Ş. Esendal. Önem
yer
Ekime elverişli toprak parçası, arazi
yer
İz
yer
Üzerine yapı kurulmaya elverişli arazi, arsa
yer
Otel, motel vb.nde kalınacak oda
yer
Sinema ve tiyatroda veya taşıtlarda oturulacak koltuk, sandalye: "Ön tarafta bir yer bulup oturunca kurnazlığına pek sevindi."- H. Taner
yer
Bir olayın geçtiği veya geçeceği bölüm, alan, mahal
yer
Herhangi bir şeye, bir işe ayrılmış bölüm veya alan. İz. Üzerine yapı kurulmaya elverişli arazi, arsa
yer
(Osmanlı Dönemi) mekân
İngilizce - Türkçe

yersiz teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı

unfortunate talihsiz, sanssiz, bahtsiz; yersiz, uygunsuz
şanssız, bahtsız kimse, kara bahtlı
yersiz