Every year I find myself at a different location.
- Her yıl kendimi farklı bir yerde buluyorum.
Please tell me your location.
- Lütfen bana bulunduğunuz yeri bildirin.
You know many interesting places, don't you?
- Çok enteresan yerler biliyorsun, değil mi?
I don't think television will take the place of books.
- Televizyonun, kitapların yerini alacağını sanmıyorum.
The doll lay on the floor.
- Bebek yerde yatıyordu.
I felt the floor shake.
- Yerin sallandığını hissettim.
I tripped over a stone and fell to the ground.
- Bir taşa takıldım ve yere düştüm.
The soldier lay injured on the ground.
- Asker yerde yaralı yatıyordu.
The police arrested the burglar on the spot.
- Polisler hırsızı olay yerinde tutukladı.
Tom parked in his usual spot.
- Tom her zamanki yerine parketti.
Situated on hilly terrain, the cathedral can be seen from a long distance.
- Tepelik arazide yer alan katedral uzun bir mesafeden görülebilir.
Tom couldn't see the lake from where he was standing.
- Tom durduğu yerden gölü göremiyordu.
I can see the tower from where I stand.
- Durduğum yerden kuleyi görebiliyorum.
I eat dinner at quarter past seven.
- Yediyi çeyrek geçe akşam yemeğini yerim.
Nagasaki, where I was born, is a beautiful port city.
- Doğduğum yer olan Nagasaki, güzel bir liman kentidir.
Where there's smoke there's fire.
- Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
This security system allows us to trace employees movements anywhere they go.
- Bu güvenlik sistemi çalışanların hareketlerini gittikleri yerde izlemelerine izin verir.
The police looked everywhere and couldn't find any trace of Tom.
- Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili herhangi bir iz bulamadı.
Come what may, we must do our duty.
- Ne olursa olsun vazifemizi yerine getirmeliyiz.
You must fulfill your duty.
- Görevini yerine getirmelisin.
Paul went to the party in place of his father.
- Paul babasının yerine partiye gitti.
I'm really glad you decided to come to our party instead of staying at home.
- Evde kalma yerine partimize gelmenize karar verdiğinize gerçekten memnun oldum.
I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one.
- Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.
Instead of beating around the bush, Jones got straight to the point.
- Lafı dolandırmak yerine, Jones doğrudan konuya girdi.
Tom pointed to the ground.
- Tom yere işaret etti.
The natives are scared of this place.
- Yerliler buradan korkuyorlar.
She's out there somewhere alone and scared.
- O orada bir yerde yalnız ve korkmuş.
Open-air markets sell food grown on local farms.
- Açık hava pazarları yerel çiftliklerde yetiştirilen gıdaları satar.
Tom met Mary in a local flea market.
- Tom yerel bit pazarında Mary'yle buluştu.
I don't know his whereabouts.
- Onun bulunduğu yeri bilmiyorum.
Dan lied about his whereabouts.
- Dan bulunduğu yer hakkında yalan söyledi.
It's easy to lampoon their ideas now, but they seemed quite reasonable at the time.
- Şu an onların fikirlerini yermek kolay, fakat onlar o zaman epey haklı göründü.
The investigators gathered evidence from the crash site.
- Araştırmacılar kaza yerinden delil topladılar.
Dan sent the machines to a site where they would be dismantled.
- Dan makineleri sökülecekleri bir yere gönderdi.
She made room for an old lady.
- O yaşlı bir bayana yer açtı.
There is no room to doubt that he is a gifted artist.
- Onun yetenekli bir sanatçı olduğundan şüphe etmeye yer yok.
Water covers about 70% of the earth.
- Su, yeryüzünün yaklaşık %70'ini kaplamaktadır.
The earth is where we all live.
- Dünya hepimizin yaşadığı yerdir.
The paint on the seat on which you are sitting is still wet.
- Oturduğun yerdeki boya hâlâ yaştır.
I was ushered to my seat.
- Beni yerime götürdüler.
Why don't you actually consider your situation instead of just chancing it?
- Sadece onu değiştirmek yerine, neden durumunu gerçekten düşünmüyorsun?
If I were you, I would have done the same thing in such a difficult situation.
- Yerinde olsam, böyle zor bir durumda aynı şeyi yaparım.
The office where my father works is near the station.
- Babamın çalıştığı yer istasyonun yakınındadır.
He took the video to a local TV station.
- Bir yerel televizyon kanalı için video çekti.
George III has been unfairly maligned by historians.
- George III, tarihçiler tarafından haksız yere kötü muamele gördü.
Georgia is his native state.
- Gürcistan onun yerli devletidir.
Tom was angry at Mary because she parked in his space.
- Tom Mary'ye onun yerine park ettiği için kızgındı.
In the U.S., there are more prisoners than there is jail space for them. So the prisons are overcrowded.
- Amerika'da hapishanede mahkumlar için ayrılan yer mahkumlara yeterli değildir.Bu yüzden hapishaneler çok kalabalıktır.
We're out of chairs. Would you mind eating while standing up?
- Sandalyemiz yok. Ayakta dururken yer misin?
Tom walked over to where Mary was standing.
- Tom Mary'nin durduğu yere doğru yürüdü.
This area was first settled by the Dutch more than two hundred years ago.
- Bu araziye ilk olarak iki yüzyıldan uzun bir süre önce Hollandalılar tarafından yerleşildi.
Tom doesn't like people who smoke in no smoking areas.
- Tom, sigara içilmesi yasak yerlerde sigara içen insanlardan hoşlanmaz.
The post office is located in the center of the town.
- Postane, şehrin merkezinde yer almaktadır.
Instead of posting here, use Twitter.
- Buraya posta gönderme yerine Twitter'ı kullan.
Were I in your position, I would do it at once.
- Yerinde olsam, onu derhal yaparım.
Put yourself in my position.
- Kendini benim yerime koy.
The president did not come, but sent the vice-president in his stead.
- Başkan gelmedi ama, yerine başkan yardımcısını gönderdi.
If you can't come, send someone in your stead.
- Eğer gelemiyorsan senin yerine birini gönder.
It's easy to lampoon their ideas now, but they seemed quite reasonable at the time.
- Şu an onların fikirlerini yermek kolay, fakat onlar o zaman epey haklı göründü.
'Still, yer got nice looks,' said Ella.
'Make yer way down to the station,' he said.
Yer a lotta nosey parkers.