yeri

listen to the pronunciation of yeri
Türkçe - İngilizce
back ground
(Bilgisayar) where

Tom thought where he put his gold coins was the perfect hiding place. However, he was wrong. - Tom altın paralarını koyduğu yerin mükemmel saklama yeri olduğunu düşünüyordu. Fakat, yanılıyordu.

Tom couldn't remember the name of the place where he met Mary. - Tom Mary ile tanıştığı yerin adını hatırlayamadı.

(Bilgisayar) at
(Bilgisayar) on
(Bilgisayar) from

You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job. - Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine pachinko oynayarak tüm vaktini harcıyor.

I only eat meat from animals that I have personally killed and butchered. - Ben sadece bizzat öldürdüğüm ve parçaladığım hayvanlardan et yerim.

(Bilgisayar) in
(Bilgisayar) location

Please tell me your location. - Lütfen bana bulunduğunuz yeri bildirin.

Show me the location of your camp on this map. - Bana bu haritada kampınızın yerini gösterin.

orium
place of
location of
birleşme yeri
joint
toptan satış yeri
warehouse
yer
location

She asked about the location of the house. - O, evin yerini sordu.

Every year I find myself at a different location. - Her yıl kendimi farklı bir yerde buluyorum.

yer
place

Put yourself in my place. - Kendini benim yerime koy.

I don't think television will take the place of books. - Televizyonun, kitapların yerini alacağını sanmıyorum.

birleşme yeri
junction
yer
floor

It seems that the children will have to sleep on the floor. - Çocuklar yerde uyumak zorunda kalacaklar gibi.

The doll lay on the floor. - Bebek yerde yatıyordu.

yer
{i} ground

The soldier lay injured on the ground. - Asker yerde yaralı yatıyordu.

This park used to be a hunting ground for a noble family. - Bu park asil bir aile için bir avlanma yeriydi.

yeri gelmişken
by the way
yeri olmak
belong to
yeri doldurulamaz
irreplaceable

This stuff's irreplaceable. - Bu eşyanın yeri doldurulamaz.

It's unique and irreplaceable. - Eşsiz ve yeri doldurulamazdır.

yeri başka olmak
(for someone) to be a very special friend, have a special place in one's heart, be one of one's most intimate friends: Rakım için Süheyla'nın yeri başka. Süheyla has a very special place in Rakım's heart
yeri dar olmak
be cramped for space
yeri doldurulabilir
replaceable

You aren't replaceable. - Sen yeri doldurulabilir değilsin.

Tom isn't replaceable. - Tom yeri doldurulabilir değil.

yeri eşelemek
paw
yeri geldikçe
in places
yeri göğü inleten
rip roaring
yeri göğü inletmek
roister
yeri göğü inletmek
kick up a row
yeri olmak
belong
yeri ve zamanı
the when and where of smth
yeri yerinden oynatmak
maffick
yerleşim yeri
site
yerleşim yeri
settlement

Sami began a 600 hundred miles journey to the nearest settlement. - Sami en yakın yerleşim yerine 600 yüz millik bir yolculuğa başladı.

yedekleme yeri
(Bilgisayar) where to back up
yerleşim yeri
place
yer
spot

Tom got the key from its secret hiding spot and opened the door. - Tom gizli saklama yerinden anahtarı aldı ve kapıyı açtı.

The police arrested the burglar on the spot. - Polisler hırsızı olay yerinde tutukladı.

tatil yeri
resort

Sami called from a resort. - Sami bir tatil yerinden aradı.

Dan planned to build a resort on that island. - Dan o adada bir tatil yeri inşa etmeyi planladı.

yer
{i} terrain

Situated on hilly terrain, the cathedral can be seen from a long distance. - Tepelik arazide yer alan katedral uzun bir mesafeden görülebilir.

buluşma yeri
venue
yer
{i} stand

Tom walked over to where Mary was standing. - Tom Mary'nin durduğu yere doğru yürüdü.

I can see the tower from where I stand. - Durduğum yerden kuleyi görebiliyorum.

varış yeri
destination

What's the destination of this ship? - Bu geminin varış yeri neresidir?

How far is it to our destination? - Bu bizim varış yerimize ne kadar uzak?

demir yeri
mooring
buluşma yeri
haunt
gezinti yeri
promenade
gizlenme yeri
hideout

The police found Tom's hideout. - Polis Tom'un gizlenme yerini buldu.

Have you told anyone where our hideout is? - Gizlenme yerimizin nerede olduğunu kimseye söyledin mi?

mola yeri
stopover
nehrin akıntılı yeri
rapids
saklanma yeri
hideaway

The actor has a hideaway in Colorado. - Aktör Colarado'da bir saklanma yerine sahip.

It took us a week to locate their hideaway. - Onların saklanma yerini saptamak bir haftamızı aldı.

yer
(Bilgisayar) to
yer
{i} quarter

I eat dinner at quarter past seven. - Yediyi çeyrek geçe akşam yemeğini yerim.

ölü yakma yeri
crematorium
yer
{i} where

In Germany today, anti-violence rallies took place in several cities, including one near Hamburg where three Turks were killed in an arson attack on Monday. - Bugün Almanya'da, Pazartesi günü kundaklamada üç Türk'ün öldürüldüğü Hamburg'un yakınında bir yer de dahil birçok şehirde şiddet karşıtı mitingler gerçekleşti.

His dog follows him wherever he goes. - Köpeği her yerde onu gittiği yerden takip eder.

aktarma demir yeri
(Askeri) transfer berth
arama yeri
(Bilgisayar) dialing from
arama yeri
(Bilgisayar) look in
atama yeri
(Bilgisayar) assign to
bekleme demir yeri
(Askeri) holding anchorage
besleme yeri
(Bilgisayar) feed from
bilet satış yeri
(Tiyatro) box-office
bitirim yeri
gambling
buluşma yeri
rendezvous
ceza infaz yeri
(Askeri) confinement facility
demir yeri
berth
demirleme yeri
(Askeri) mooring
demirleme yeri
moorings
demirleme yeri
(Askeri) berth
depolama yeri
(Çevre) repository
depolama yeri
(Ticaret) storage
depolama yeri
storage location
dinleme yeri
(Askeri) listening post
dinlenme yeri
vacation place
dinlenme yeri
(İnşaat) recreation area
edep yeri
private parts
ek yeri
(İnşaat) jointing
ekleme yeri
(Bilgisayar) add words to
ekleme yeri
(Bilgisayar) add to
form yeri
(Bilgisayar) forms on
gazete satış yeri
newsstand
gezi yeri
promenade
gezinti ve toplanma yeri
(Turizm) resort
gezinti yeri
journey
gezinti yeri
ambulatory
gezinti yeri
parade
görev yeri
(Askeri) duty station
görev yeri
(Ticaret) post
görev yeri
station
ikamet yeri
abode
kapak yeri
monk
kesi yeri fıtığı
(Tıp) incisional hernia
konaklama yeri
inn
konaklama yeri
auberge
konaklama yeri
stopover
konteyner demirleme yeri
(Ticaret) container anchorage terminal
kurulum yeri
(Bilgisayar) install to
kıvrım yeri
(Tekstil) hem
mesire yeri
recreation spot
mola yeri
pull-up
motor yeri
nacelle
nakliye gemileri demir yeri
(Askeri) transport area
oturum açma yeri
(Bilgisayar) log on to
oyun yeri
playground
park yeri
(Havacılık) parking position
park yeri
lay-by
park yeri
stand
pazar yeri
(Ticaret) bazaar
pazar yeri
market-square
pazar yeri
piazza
randevu yeri
(Askeri) rendezvous
suç yeri
crime scene
sızıntı yeri
(Askeri) leak
tatil yeri
resort to
teslim yeri
(Bilgisayar) ship to
yer
(Bilgisayar) topo
yer
residence
yer
(Askeri) catchall
yer
housing
yer
trace

The police looked everywhere and could find no trace of Tom. - Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili hiçbir iz bulamadı.

This security system allows us to trace employees movements anywhere they go. - Bu güvenlik sistemi çalışanların hareketlerini gittikleri yerde izlemelerine izin verir.

yer
(Havacılık) spool
yer
duty

Come what may, we must do our duty. - Ne olursa olsun vazifemizi yerine getirmeliyiz.

Try to fulfill your duty. - Görevini yerine getirmeye çalış.

yer
party

We need to rent a room for our party. - Bizim parti için bir yer kiralamalıyız.

The floor was strewn with party favors: torn noisemakers, crumpled party hats, and dirty Power Ranger plates. - Yer partiden kalanlar yüzünden dağınıktı: Yırtık gürültüyapıcılar, kırışık parti şapkaları, ve kirli Power Ranger tabakları.

yer
bin

I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one. - Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.

yer
facility
yer
swatch
yer
venture
yer
point

Instead of beating around the bush, Jones got straight to the point. - Lafı dolandırmak yerine, Jones doğrudan konuya girdi.

Tom pointed to where Mary was standing. - Tom Mary'nin durduğu yeri gösterdi.

yer
feature
yer
(Bilgisayar) in
yer
terrane
yer
yard
yer
employment
yer
scar

This is a very scary place. - Bu çok korkutucu bir yer.

She's out there somewhere alone and scared. - O orada bir yerde yalnız ve korkmuş.

yer
mark

Open-air markets sell food grown on local farms. - Açık hava pazarları yerel çiftliklerde yetiştirilen gıdaları satar.

Markku joined the local football club. - Markku yerel futbol kulübüne katıldı.

yer
subterranean
yer
{i} whereabouts

Parents should monitor their children's whereabouts. - Anne ve babalar, çocuklarının bulunduğu yerleri izlemelidir.

Dan lied about his whereabouts. - Dan bulunduğu yer hakkında yalan söyledi.

ödeme yeri
(Ticaret) paying agent
ödeme yeri
checkout
üretim yeri
production site
yer
site

The investigators gathered evidence from the crash site. - Araştırmacılar kaza yerinden delil topladılar.

Dan sent the machines to a site where they would be dismantled. - Dan makineleri sökülecekleri bir yere gönderdi.

dinlenme yeri
rest

Instead of taking a rest, he worked much harder than usual. - Dinlenme yerine, o her zamankinden çok daha sıkı çalıştı.

On weekends, many people work instead of having a rest. - Hafta sonlarında birçok kişi dinlenme yerine çalışır.

yer
locality
yer
situs
yer
room

Is there any room to spare in your car? - Arabanızda ayıracak yer var mı?

She made room for an old lady. - O yaşlı bir bayana yer açtı.

yer
earth

Water covers about 70% of the earth. - Su, yeryüzünün yaklaşık %70'ini kaplamaktadır.

In the beginning God created the heaven and the earth. - Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.

yer
seat

The paint on the seat on which you are sitting is still wet. - Oturduğun yerdeki boya hâlâ yaştır.

I was ushered to my seat. - Beni yerime götürdüler.

yer
situation

If I were you, I would have done the same thing in such a difficult situation. - Yerinde olsam, böyle zor bir durumda aynı şeyi yaparım.

Why don't you actually consider your situation instead of just chancing it? - Sadece onu değiştirmek yerine, neden durumunu gerçekten düşünmüyorsun?

yer
abode
olay yeri
scene

What surprised me most about that accident is how fast the lawyers arrived on the scene. - Kaza hakkında beni en çok şaşırtan şey avukatların olay yerine ne kadar çabuk varmalarıydı.

The scene of the car accident was a horrifying sight. - Araba kazası olay yeri korkunç bir manzaraydı.

annenizin doğum yeri
your mother's birthplace

correct spelling: annenizin doğum yeri.

annenizin doğum yeri
your mother place of birth
ateş düştüğü yeri yakar
An ember burns where it fallsa sad event, for instance death of a loved one, gives pain the most to those who are the closest to that person
başlama yeri
Starting Location
bekleme yeri
in standby
dua yeri
in prayer
eklem yeri
joint
geliş yeri
in developing
genellikle üstü kapalı pazar yeri
often implicit in the market
istirahat yeri
resting place
yeri
Work place
kolun bilezik takacak yeri
will wear the bracelet in arms
maden yeri
mines in
mum üretim yeri
wax production in
mutluluk yeri
happy place
oturma yeri
place of residence
yer
the land
yer
{i} slot
yer
placing
yer
place of
çekek yeri
Location
ören yeri
A place where historical ruins of an ancient city are
ören yeri
Historical site
Yer
(Tıp) locum
yer
station

Is her house anywhere near the station? - Onun evi istasyona yakın bir yerde mi?

There is a large parking lot in front of the station. - İstasyonun önünde büyük bir park yeri vardır.

yer
geo

George III has been unfairly maligned by historians. - George III, tarihçiler tarafından haksız yere kötü muamele gördü.

Georgia is his native state. - Gürcistan onun yerli devletidir.

yer
(a) seat; (a) room: Matine için iki yer ayırttım. I've reserved two seats for the matinée. Lokantada dört kişilik bir yer buldum. I found a table for four in the restaurant. Bu otelde boş yer yok. This hotel has no vacant rooms
yer
place; spot; position; location: Kandilli fevkalade güzel bir yer. Kandilli is an extraordinarily beautiful place. Senin yerin burası. This is your place./This is where you're to be. Eğlence yeri değil burası; ciddi bir işyeri. This isn't a place you come to in order to amuse yourself; it's a place where business is transacted in a serious way. Yerimde olsaydın ne yapardın? If you'd been in my shoes what would you have done? Feramuz Paşa'nın tarihteki yeri pek önemli sayılamaz. Feramuz Pasha's place in history cannot be reckoned an important one. Bu evin yeri hoşuma gidiyor. I like this house's location. Ağrının yerini daha iyi tarif edemez misiniz? Can't you describe more clearly where the pain is?
yer
mark (left by something): yara yeri scar left by a wound
yer
the earth, the ground: Yere düştü. He fell to the ground. Bütün parası yerde gömülü. All of his money is buried in the ground
yer
premises
yer
floor: Bebek yerde emekliyor. The baby's crawling on the floor. Yerler halı kaplıydı. The floors were covered with rugs
yer
place; location, spot, point; ground; floor; seat; space, room; situation, employment, duty; mark, scar, trace; earth
yer
platform
yer
locale
yer
space

Tom backed his car out of the parking space. - Tom arabasını park yerinden çıkardı.

I had to leave out this problem for lack of space. - Yer yokluğu yüzünden bu sorunu atlamak zorunda kaldım.

yer
standing

Tom walked over to where Mary was standing. - Tom Mary'nin durduğu yere doğru yürüdü.

Tom couldn't see the lake from where he was standing. - Tom durduğu yerden gölü göremiyordu.

yer
area

Tom doesn't like people who smoke in no smoking areas. - Tom, sigara içilmesi yasak yerlerde sigara içen insanlardan hoşlanmaz.

All the seating areas are taken. - Tüm oturma yerleri tutulmuş.

yer
mother earth
yer
terrain, region, area
yer
space, room: Otobüsün arka tarafında yer yok. There's no room in the back of the bus
yer
(Askeri) geolocation code file; standard specified geographic location file
yer
importance, place of importance: Bu maddenin sanayideki yeri yadsınamaz. It can't be denied that this material is of importance for industry
yer
post

Instead of posting here, use Twitter. - Buraya posta gönderme yerine Twitter'ı kullan.

The post office is located in the center of the town. - Postane, şehrin merkezinde yer almaktadır.

yer
glebe
yer
terraneous
yer
the earth, the planet earth
yer
position

Were I in your position, I would do it at once. - Yerinde olsam, onu derhal yaparım.

Put yourself in my position. - Kendini benim yerime koy.

yer
stead

If you can't come, send someone in your stead. - Eğer gelemiyorsan senin yerine birini gönder.

The president did not come, but sent the vice-president in his stead. - Başkan gelmedi ama, yerine başkan yardımcısını gönderdi.

yer
locus
yer
ubiety; pew
yer
place, position (of employment)
yer
footing
yer
passage or part (of something written or spoken): Söylevimin bu yeri alkışlanmaya değer, değil mi? This part of my speech merits applause, doesn't it?
yer
piece of land, piece of property: Kalamış'ta bir yer aldık. We bought a piece of property in Kalamış
yer
lampoon

It's easy to lampoon their ideas now, but they seemed quite reasonable at the time. - Şu an onların fikirlerini yermek kolay, fakat onlar o zaman epey haklı göründü.

yer
billet
yer
whither
yer
{i} ubiety
yer
whence
İngilizce - İngilizce

yeri teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı

yer
you

'Still, yer got nice looks,' said Ella.

yer
yeah; yes
yer
your

'Make yer way down to the station,' he said.

yer
you're

Yer a lotta nosey parkers.

yer
Yer is used in written English to represent the word `you' when it is pronounced informally. I bloody told yer it would sell. your or you
yer
Ere; before
yer
pron. (Informal) your
yer
{e} ere; before (Archaic)
yer
Yer is used in written English to represent the word `your' when it is pronounced informally. Mister, can we 'elp to carry yer stuff in?
Türkçe - Türkçe

yeri teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı

ateş düştüğü yeri yakar
kişilerin başına gelebilecek kötü olaylar neticesinde en çok kendilerinin etkileneceği ve üzüleceği, çevrelerindeki yakın ve tanıdıklarının ancak teselli etme ile yetineceklerini belirten deyim.hastalık, ölüm gibi durumlarda acını anlıyorum vb. sözlerin anlamsızlığını ifade eden bir sözdür
Yer
nokta
Yer
(Hukuk) MAHAL
Yer
(Osmanlı Dönemi) RİMM
Yer
(Osmanlı Dönemi) MEVKİ'
Yer
(Osmanlı Dönemi) HAYYİZ
Yer
yan
yer
Herhangi bir şeye, bir işe ayrılmış bölüm veya alan
yer
Bulunulan, yaşanılan, oturulan şehir, kasaba, mahalle
yer
Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân: "İzinsiz bir yere gitmek ne haddime?"- M. Ş. Esendal
yer
Gezinilen, ayakla basılan taban
yer
Yer yuvarı, yerküre, dünya
yer
Bulunulan, yaşanılan, oturulan şehir, kasaba, mahalle: "Anadolu'nun bazı yerlerinde eski bir kocakarı itikadı vardır."- R. N. Güntekin
yer
Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân
yer
Durum, konum
yer
Ülke, bölge
yer
Önem
yer
Durum, konum, vaziyet
yer
Durum, konum, vaziyet. Ülke, bölge
yer
Sinema ve tiyatroda veya taşıtlarda oturulacak koltuk, sandalye
yer
Gezinilen, ayakla basılan taban: "Ayıp bir şey gördü mü kulaklarına kadar kızarıyor, gözünü yerde bir noktaya dikip öylece kalakalıyordu."- H. Taner
yer
Görev, makam
yer
Görev, makam: "Askerden gelirse bakalım bir yere yerleştirebilecek miyiz?"- M. Ş. Esendal. Önem
yer
Ekime elverişli toprak parçası, arazi
yer
İz
yer
Üzerine yapı kurulmaya elverişli arazi, arsa
yer
Otel, motel vb.nde kalınacak oda
yer
Sinema ve tiyatroda veya taşıtlarda oturulacak koltuk, sandalye: "Ön tarafta bir yer bulup oturunca kurnazlığına pek sevindi."- H. Taner
yer
Bir olayın geçtiği veya geçeceği bölüm, alan, mahal
yer
Herhangi bir şeye, bir işe ayrılmış bölüm veya alan. İz. Üzerine yapı kurulmaya elverişli arazi, arsa
yer
(Osmanlı Dönemi) mekân
yeri