yargılı

listen to the pronunciation of yargılı
Türkçe - İngilizce
convict
To find guilty

informally, notably in a moral sense; said about both perpetartor and act.

A common name for the sheepshead (Archosargus probatocephalus), owing to its black and stripes
A person deported to a penal colony
{v} to prove quilty, cast, detect, confute
A criminal sentenced to penal servitude
a person who has been convicted of a criminal offence
A person convicted of a crime by a judicial body
{f} prove someone guilty of a crime; convince someone of error or wrongdoing, instill someone with a sense of guilt; declare guilty
{i} prisoner, person convicted of a crime
To find guilty of a crime as a result of legal proceedings
To prove or show to be false; to confute; to refute
If someone is convicted of a crime, they are found guilty of that crime in a law court. In 1977 he was convicted of murder and sentenced to life imprisonment There was insufficient evidence to convict him. a convicted drug dealer
To defeat; to doom to destruction
A convict is someone who is in prison. = prisoner. to prove or officially announce that someone is guilty of a crime after a trial in a law court   acquit convict sb of sth (past participle of convincere; CONVINCE). someone who has been proved to be guilty of a crime and sent to prison
a person serving a sentence in a jail or prison a person who has been convicted of a criminal offence find or declare guilty; "The man was convicted of fraud and sentenced
Proved or found guilty; convicted
A person transported to a penal colony
A person proved guilty of a crime alleged against him; one legally convicted or sentenced to punishment for some crime
a person serving a sentence in a jail or prison
To prove or find guilty of an offense or crime charged; to pronounce guilty, as by legal decision, or by one's conscience
yargı
{i} judgement

Some religious people can be very judgemental. - Bazı dindar insanlar çok yargılayıcı olabilir.

Their influence becomes greater every day, but they are uncreative and can't make value judgements. - Onların etkisi her gün biraz daha büyüyor fakat onlar yaratıcı değil ve değer yargıları yapamıyorlar.

yargı
{i} jurisdiction

We have jurisdiction here. - Bizim burada yargılamamız var.

It's outside your jurisdiction. - Bu sizin yargı alanınızın dışındadır.

yargı
justice
yargı
judgment

Stop being so judgmental. - Çok yargılayıcı olmayı bırak.

It's an error in judgment. - Bu, yargıda bir hatadır.

yargı
judgement [Brit.]
yargı
ruling

His wife's second cousin was a member of the Jewish ruling council. - Karısının ikinci kuzeni Yahudi yargı meclisinin üyesiydi.

yargı
deliverance
yargı
juridical
yargı
(Kanun) judiciary
yargı
(Kanun) position
yargı
(Ticaret) consideration
yargı
decision

Many people disagreed with the judge's decision. - Birçok kişi yargıcın kararı ile aynı fikirde değildi.

I try not to judge my friends' decisions. - Arkadaşlarımın kararlarını yargılamamaya çalışırım.

yargı
annul
yargı
sentence

A verdict and a sentence are different things. - Yargı ve hüküm farklı şeylerdir.

yargı
assess
yargı
estimation
yargı
conclusion

You're jumping to conclusions. - Anlamadan yargıda bulunuyorsun.

I don't want to jump to conclusions. - Anlamadan yargıda bulunmak istemiyorum.

yargı
attitude
yargı
opinion

He puts on a show of being impartial and unbiased, but I think he's just a guy with no opinion of his own. - O, tarafsız ve ön yargısız olmanın şovunu yapar fakat sanırım o sadece kendi fikri olmayan bir adam.

Don't judge a man by the opinions of his enemies. - Bir erkeği düşmanlarının düşünceleriyle yargılama.

yargı
{i} judge

Making such a judgement may lead to wrong ideas. - Öyle bir yargılama yapmak yanlış fikirlere yönlendirebilir.

I leave the matter to your judgement. - Meseleyi senin yargına bırakıyorum.

Yargı
judicial branch
yargı
judiciaries
yargı
(Hukuk) judgment, assessment, conclusion
yargı
provision
yargı
bar
yargı
verdict

A verdict and a sentence are different things. - Yargı ve hüküm farklı şeylerdir.

yargı
adjudication: yargı yetkisi the power to adjudicate/adjudicatory power
yargı
idea, opinion
yargı
log., phil. judgment
yargı
judgement, judgment " hüküm; decision, verdict" kaza
yargı
law decision (of a court), judgment; verdict (of a jury)
yargı
judg(e)ment
Türkçe - Türkçe

yargılı teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı

Yargı
(Hukuk) KAZA
Yargı
hüküm
yargı
Yasalara göre mahkemece bir olay veya olgunun doğuşuna etken olan sebeplerin de göz önünde bulundurularak değerlendirilmesi sonucu verilen karar, kaza: "Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır."- Anayasa
yargı
Kavrama, karşılaştırma, değerlendirme gibi yollara başvurularak kişi, durum veya nesnelerin eleştirici bir biçimde değerlendirilmesi, hüküm
yargı
Kavrama, karşılaştırma, değerlendirme gibi yollara başvurularak, kişi, durum veya nesnelerin eleştirici bir biçimde değerlendirilmesi, hüküm
ön yargılı
Ön yargıları olan, ön yargı ile karar veren
yargılı