yalnızlık

listen to the pronunciation of yalnızlık
Türkçe - İngilizce
loneliness

I also often experience loneliness. - Ben de sık sık yalnızlık yaşarım.

Music is inner life, and he will never suffer loneliness who has inner life. - Müzik iç yaşamdır. İç yaşamı olan asla yalnızlık çekmeyecek.

solitude

One Hundred Years of Solitude is considered the most important work of Spanish literature since Don Quixote. - Yüzyıllık Yalnızlık İspanyol edebiyatının Don Kişottan bu yana en önemli eseri sayılır.

We shouldn't confuse solitude with isolation. They are two separate things. - Yalnızlık ile izole edilmeyi birbirine karıştırmamak gerek. Bunlar iki farklı şey.

desolation
loneliness, lonesomeness
loneliness, desolation, solitude
privacy
singleness
solitude, solitariness, isolation, loneness
lonelyness
isolation

We shouldn't confuse solitude with isolation. They are two separate things. - Yalnızlık ile izole edilmeyi birbirine karıştırmamak gerek. Bunlar iki farklı şey.

aloneness
singlenuss
yalnız
{s} lonely

Mary was lonely because the other students didn't talk to her. - Diğer öğrenciler onunla konuşmadığından dolayı Mary yalnızdı.

Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely. - Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.

yalnız
lonesome

The giant tortoise Lonesome George has died on the Galapagos Islands. - Dev kaplumbağa Yalnız George, Galapagos Adaları'nda öldü.

You feel lonesome, don't you? - Sen kendini yalnız hissediyorsun, değil mi?

yalnız
alone

He lived alone in the forest. - Ormanda yalnız başına yaşadı.

She likes walking alone. - O yalnız yürümeyi sever.

yalnızlık korkusu
monophobia
yalnızlık, Allaha mahsustur
(Atasözü) God alone exists in solitude (i.e. People are gregarious.)
yalnız
sole

They need to be able to irrigate without relying solely on rain. - Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.

Empirical data is based solely on observation. - Ampirik veriler yalnızca gözleme dayanır.

yalnız
only

I only study in the library. - Yalnızca kütüphanede çalışırım.

Did you do your homework? The meeting is only two days away. - Ödevini yaptın mı? Toplantı yalnızca iki gün sonra.

yalnız
{s} solitary

He likes to take a solitary walk. - O yalnız yürümekten hoşlanır.

She led a solitary life. - O yalnız bir hayat sürdü.

yalnız
(Hukuk) save

At the moment only a child can save my marriage. - Şu anda evliliğimi yalnızca bir çocuk kurtarabilir.

yalnız
lone

She always comforted herself with music when she was lonely. - O yalnızken kendini her zaman müzikle rahatlattı.

She lived a lonely life. - Yalnız bir hayat yaşadı.

yalnız
merely

Optimism is merely a lack of information. - İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.

All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages. - Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.

yalnız
solitarily
yalnız
squinting
yalnız
private
yalnız
single

That's why you're still single. - Bu yüzden hala yalnızsın.

Now that you are single again, how about poker this weekend? - Madem ki yine yalnızsın, bu hafta sonu pokere ne dersin?

yalnız
mere

All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages. - Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.

Optimism is merely a lack of information. - İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.

yalnız
on one's own
yalnız
pure and simple
yalnız
nothing but

Do you swear to tell the truth and nothing but the truth? - Gerçeği ama yalnızca gerçeği söyleyeceğinize yemin eder misiniz?

It was nothing but coincidence. - Bu yalnızca tesadüftü.

yalnız
nothing else
yalnız
pure

I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month. - Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.

In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric. - Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.

yalnız
nothing more than
yalnız
by oneself
yalnız
solely

Empirical data is based solely on observation. - Ampirik veriler yalnızca gözleme dayanır.

They need to be able to irrigate without relying solely on rain. - Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.

yalnız
single-handed
yalnız
bigoted
yalnız
none but
yalnız
unaccompanied
yalnız
desolate
yalnız
exclusively
yalnız
purely

In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric. - Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.

I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month. - Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.

yalnız
by ourselves
yalnız
single handed
yalnız
isolated

I felt very isolated. - Çok yalnız hissettim.

Tom felt very isolated. - Tom çok yalnız hissetti.

yalnız
be alone
duygusal yalnızlık
emotional loneliness
yalnız
singly
yalnız
alone, lonely, lone, desolate, solitary; alone, on one's own; only, solely; but, however
yalnız
but, however
yalnız
on one's tod
yalnız
only, just
yalnız
by yourself

You shouldn't go out after dark by yourself. - Hava karardıktan sonra yalnız başına dışarı çıkmamalısın.

Did you study by yourself? - Eğitimi yalnız mı yaptınız?

yalnız
alone, by oneself
yalnız
just

They just wanted to be left alone. - Sadece yalnız bırakılmak istediler.

Some read books just to pass time. - Bazıları yalnızca zaman geçsin diye kitap okurlar.

yalnız
solitary, isolated, lone
yalnız
solo

Now that my only colleague has retired, I'm flying solo. - Benim tek meslektaşım emekliye ayrıldığından, ben yalnız uçuyorum.

Nancy set out on a solo journey. - Nancy yalnız bir yolculuğa çıktı.

yalnız
unattended

Tom was angry at Mary for leaving their children unattended. - Tom çocuklarını yalnız bıraktığı için Mary'ye kızgındı.

yalnız
lonely, lonesome
yalnız
singular
yalnız
but

He not only speaks French, but he speaks Spanish, too. - Yalnızca Fransızca değil, İspanyolca da konuşuyor.

Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely. - Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.

Türkçe - Türkçe
Yalnız olma durumu, kimsesizlik
Yalnız olma durumu, kimsesizlik: "Dostlarla da yollar ayrılalı bir bir / Gittikçe artıyor yalnızlığımız."- C. S. Tarancı
Kimse bulunmama durumu, ıssızlık, tenhalık
(Osmanlı Dönemi) FÜRADE
yalnız
Ama, şu kadar ki, ancak, fakat
yalnız
Sadece, salt
yalnız
Yanında başkaları bulunmayan
yalnız
Sadece, salt: "Kendisini yalnız Bombay'a kadar götürecek tren parası vardı."- F. R. Atay
yalnız
Yanında başkaları olmayarak: "Ömrümde şehir içinde bile yalnız dolaşmaya alışmamış bir adam için bir genç kızın tek başına Avrupa seyahatine çıkışı akıl durdurucu bir şeydi."- Y. K. Karaosmanoğlu
yalnız
Toplumsal ilişkilerden yoksun veya yoksun bırakılan kişi
yalnız
Yanında başkaları olmayarak
yalnızlık