yakinlasma

listen to the pronunciation of yakinlasma
Türkçe - İngilizce

yakinlasma teriminin Türkçe İngilizce sözlükte anlamı

yakınlaşma
approach
yakınlaşma
(Havacılık) convergency
yakınlaşma
imminence
yakınlaşma
(Ticaret) convergence
yakınlaşma
rapprochment
yakınlaşma
rapprochement
yakın
close

Where's the closest drugstore? - En yakın eczane nerede?

Where is the closest train station? - En yakın tren istasyonu nerede?

yakın
(İnşaat) near

I really look forward to your visit in the near future. - Yakın bir gelecekteki senin ziyaretini gerçekten dört gözle bekliyorum.

After one or two large factories have been built in or near a town, people come to find work, and soon an industrial area begins to develop. - Kasabada veya kasabanın yakınında bir veya iki büyük fabrika kurulduysa, insanlar iş bulmaya gider, ve yakında bir endüstriyel alan büyümeye başlar.

yakın
recent

I had no idea what was in that room until recently. - Yakın zamana kadar o odada ne olduğu hakkında hiç bir fikrim yoktu.

I was recently in an automobile accident. - Yakın zamanda bir araba kazası geçirdim.

yakın
adjacent
yakın
intimate

Tom was intimate with Mary. - Tom'un Mary'yle yakın ilişkisi vardı.

Mary overheard Tom talking intimately to another woman on his mobile phone. - Mary, Tom'un cep telefonuyla başka bir kadınla yakından konuşmasına kulak misafiri oldu.

yakın
akin
yakın
pending
yakın
(Hukuk) imminent

We think Tom might be in imminent danger. - Tom'un yakın tehlikede olabileceğini düşünüyoruz.

yakın
immediate

The nuclear family is a young prejudice; in fact, families have only been built around the few immediate members in the last 50 or 60 years of relative wealth. - Çekirdek aile genç bir önyargıdır; aslında, aileler sadece göreli zenginliğin son 50 ya da 60 yılı içinde birkaç yakın üyenin etrafında inşa edilmiştir.

Only immediate family members attended Tom and Mary's wedding. - Sadece yakın aile bireyleri Tom ve Mary'nin düğününe katıldı.

yakın
approximate

Åle, the world's oldest eel, just died. He was approximately 150 years old. - Dünyanın en yaşlı yılan balığı Åle yakın zamanda öldü. Yaklaşık olarak 150 yaşındaydı.

This is all very approximate. - Bunun hepsi çok yakın.

yakın
{i} relative

Tom is a close relative of mine. - Tom benim yakın bir akrabam.

A close neighbor is better than a distant relative. - Yakın bir komşu, uzak bir akrabadan daha iyidir.

yakın
connected
yakın
connate
yakın
(Biyokimya) proximal
yakın
close to

My house is close to a bus stop. - Evim otobüs durağına yakın.

Tom didn't know that Mary's house was so close to John's. - Tom, Mary'nin evinin John'unkine çok yakın olduğunu bilmiyordu.

yakın
familiar

Layla grew up in Arabia and was very familiar with camels. - Leyla, Arabistan'da büyüdü ve develerle çok yakındı.

I wouldn't permit such familiarity. - Ben böyle yakınlığa izin vermezdim.

yakın
para

His paralysis is progressing, and soon he won't be able to get out of bed. - Onun felci ilerliyor ve yakında yataktan çıkamayacak.

yakın
within hail
yakın
next door
yakın
close-rage
yakın
(Biyokimya) epimer
yakın
akin to
yakın
nearby place
yakın
(deyim) hail-fellow-well-met
yakın
neighbourhood
yakın
friend

My boyfriend is smart, handsome, and friendly too. - Erkek arkadaşım akıllı, yakışıklı, ve cana yakındır.

He has no close friends to talk with. - Konuşacak yakın arkadaşları yok.

yakın
relation

Tom's uncomfortable with close personal relationships. - Tom, yakın kişisel ilişkilerden rahatsız.

I don't see any relation between the two problems. - O iki problem arasında herhangi bir yakınlık görmüyorum.

yakın
analogous with
yakın
analogous
yakın
at one's elbow
yakın
near-by
yakın
neighboring
yakın
in sight
yakın
in approach
yakın
near future

In the near future, we will be able to put an end to AIDS. - Yakın gelecekte, AIDS'e son verebileceğiz.

There will be an energy crisis in the near future. - Yakın gelecekte bir enerji krizi olacak.

yakın
closer

We get closer, trying to understand each other, but just hurt each other and cry. - Birbirimizi anlamaya çalışarak yakınlaşırız fakat sadece birbirimizi incitiriz ve ağlarız.

Come closer and have a good look at this picture. - Daha yakına gel ve bu resme bir göz at.

yakın
bemoan

When I had to learn English in school, at times I would bemoan all the irregularities and strange rules. - Okulda İngilizce öğrenmek zorunda kaldığımda zaman zaman tüm düzensizlik ve garip kurallardan yakınırdım.

yakın
proximate en
yakın
recent time
yakınlaşmak
come close to
yakınlaşmak
(deyim) warm to
yakınlaşmak
get closer

You have to get closer. - Yakınlaşmak zorundasın.

yakınlaşmak
(Latin) come closer
yakınlaşmak
approach
yakınlaşmak
(deyim) pick up
yakın
close range

Sami was shot at close range. - Sami yakın mesafeden vuruldu.

Layla shot Sami at close range. - Leyla yakın mesafeden Sami'yi vurdu.

yakın
handy
yakın
at hand

Our entrance examination was near at hand. - Giriş sınavımız çok yakındı.

My father had a heart attack yesterday, but he was lucky to have a clinic close at hand. - Babam dün bir kalp krizi geçirdi fakat yakınlarda bir kliniğe sahip olduğu için şanslıydı.

yakın
vicinal
yakın
beef about
yakın
at close quarters
yakın
complain about

Don't complain about that. You've asked for it. - Yakınma. Kendin kaşındın.

He has nothing to complain about. - Yakınmak için hiçbir nedeni yok.

yakın
pally
yakın
parallel
yakın
convenient

It's convenient living so close to the station. - İstasyona çok yakın yaşamak elverişlidir.

It's convenient to live so close to the train station. - Tren istasyonuna çok yakın yaşamak uygundur.

yakın
complain of
yakın
point-blank
yakın
complain

Tom complained that Mary never helped him. - Tom Mary'nin ona asla yardım etmemesinden yakındı.

She complained of a headache. - O, bir baş ağrısından yakındı.

yakın
pleasant
yakınlaşmak
thaw
yakınlaşmak
approximate
yakınlaşmak
draw near
yakınlaşmak
(deyim) make out
yakın
not far
yakın
to close
yakın
nigh

Last night there was a fire near here, and I couldn't sleep. - Dün gece buraya yakın bir yangın vardı ve uyuyamadım.

The zombie apocalypse is nigh! - Zombi kıyameti yakın!

yakın
close of
yakın
close in

We haven't been close in years. - Yıllardır yakın olmamıştık.

yakınlaşmak
get close

You have to get closer. - Yakınlaşmak zorundasın.

yakın
hard

Tom has hardly any close friends. - Tom'un neredeyse hiç yakın arkadaşı yok.

Hardly anyone has seen this animal up close. - Neredeyse hiç kimse bu hayvanı yakından görmedi.

yakın
inseparable

They soon became inseparable. - Onlar yakında ayrılmaz oldular.

yakın
(arkadaş) thick
yakın
proximate
yakın
near, close, neearby; akin (to), analogous (to/with); intimate; impending, imminent; nearby place, neighbourhood; friend, relation; recent time, near future
yakın
nearby place: Yakınımızda oturuyor. She lives near us
yakın
near (to), nearby, close (to), close-by
yakın
within walking distance
yakın
close, (friend) who is close to (someone)
yakın
connection

Sami had very close connections to the crimes. - Sami'nin suçlarla çok yakın bağlantıları vardı.

The individual stars in a constellation may appear to be very close to each other, but in fact they can be separated by huge distances in space and have no real connection to each other at all. - Bir takım yıldızındaki bireysel yıldızlar birbirlerine çok yakın görünebilir fakat aslında onlar uzayda büyük mesafelerle ayrılabilir ve birbirleriyle hiç gerçek bağlantısı yoktur.

yakın
relative, relation; close friend
yakın
contiguous
yakın
by
yakın
very similar (to)
yakın
near at hand

Our entrance examination was near at hand. - Giriş sınavımız çok yakındı.

Christmas is near at hand, isn't it? - Noel yakın, değil mi?

yakın
hard by
yakın
connexion
yakın
within reach
yakın
toward

Tom has been very friendly toward me. - Tom bana karşı çok cana yakın.

The spiral galaxy closest to our Milky Way galaxy is Andromeda. Andromeda is over 2 million light-years away. Its central bulge and spiral arms are tilted toward us at a 15 degree angle. - Samanyolu galaksimize en yakın sarmal gökada Andromeda'dır. Andromeda 2 milyondan fazla ışık yılı uzaklıktadır. Onun orta çıkıntısı ve spiral kolları 15 derecelik açıyla bize doğru eğiktir.

yakın
bosom

Tom and Mary have been bosom friends for years. - Tom ve Mary yıllardır yakın arkadaş olmuşlardır.

yakın
kindred
yakın
along

I'm sure he'll be along soon. - Onun yakında geleceğinden eminim.

The old woman went, and soon returned along with the Princess. - Yaşlı kadın gitti ve yakında Prenses ile birlikte geri döndü.

yakın
towards
yakınlaşmak
affiliate
yakınlaşmak
knit up
yakınlaşmak
to become close/closer (to), become near/nearer (to)
yakınlaşmak
to become close to, become a friend of; to become a closer friend of
yakınlaşmak
near
yakınlaşmak
be drawn to smb
yakınlaşmak
to draw near, to approach, to come near; to get closer
Türkçe - Türkçe

yakinlasma teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı

yakınlaşma
Yakınlaşmak işi
yakın
Aralarında sıkı ilişki olan arkadaş, dost veya akraba: "Türkçe konuştuğu için bana kendi yakınlarımızdan biri hissini veren yaşlı garson yanımıza geldi."- Y. K. Karaosmanoğlu
Yakın
(Hukuk) KARİB
Yakın
(Osmanlı Dönemi) NEYYİF
Yakın
(Osmanlı Dönemi) EHAMM
Yakınlaşmak
yaklaşmak
yakın
Uzak olmayarak: "Gazinoya girip çıkmakta veya kendine yakın bir başka masada oturmakta."- Y. K. Karaosmanoğlu
yakın
Benzeyen, andıran, yaklaşan: "Beş dönüme yakın bahçesi bir ormanı andırırdı."- Ö. Seyfettin
yakın
Küçük, önemsiz değişikliklerle birbirinden ayrılan
yakın
Uzak olmayarak
yakın
Benzeyen, andıran, yaklaşan
yakın
Erişmesi, olması zaman bakımından yaklaşmış olan
yakın
Az bir ara ile ayrılmış olan (zaman veya yer) , uzak karşıtı
yakın
Aralarında sıkı ilgi bulunan
yakın
Uzak olmayan yer
yakın
Az bir ara ile ayrılmış olan, uzak karşıtı
yakın
Aralarında sıkı ilişki olan arkadaş, dost veya akraba
yakın
Erişmesi, olması zaman bakımından yaklaşmış olan: "Elli yaşında adam, ellisine yakın kadın..."- S. F. Abasıyanık
yakınlaşmak
Aralarındaki ilgi, sevgi daha güçlü bir duruma gelmek
yakınlaşmak
Yakın bir duruma gelmek, yaklaşmak
yakınlaşmak
Aralarındaki ilgi, sevgi daha güçlü bir duruma gelmek: "Doktor Hikmet'i, onlara büsbütün yakınlaşmaktan, onlarla dilediği gibi haşır neşir olmaktan menediyordu."- Y. K. Karaosmanoğlu
yakınlaşmak
Yakın bir duruma gelmek, yaklaşmak: "Yer çok aşağılarda kalmış, gök yakınlaşmış gibime gelirdi."- N. Cumalı
yakinlasma