yaşlanmak

listen to the pronunciation of yaşlanmak
Türkçe - İngilizce
to grow old, age
get old
be getting on in years
fatten
age

You can't run away from age. - Yaşlanmaktan kaçamazsın.

Ageing isn't good, but the alternative is no better. - Yaşlanmak iyi değildir ama alternatifi daha iyi değildir.

grow old

I want to grow old with Mary. - Mary'yle yaşlanmak istiyorum.

I like people who are not afraid to grow old. - Yaşlanmaktan korkmayan insanları seviyorum.

to tear
get on
got old
aging
got older
grown old
get older
{k} get along in/on in/up
yaş
age

His niece is attractive and mature for her age. - Onun kız yeğeni çekici ve yaşına göre olgundur.

At the age of six he had learned to use the typewriter and told the teacher that he did not need to learn to write by hand. - Altı yaşında o, daktiloyu kullanmayı öğrendi ve öğretmenine el ile yazmayı öğrenmesine gerek kalmadığını söyledi.

yaş
wet

This grass is too wet to sit on. - Bu çim üstüne oturmak için çok yaş.

I used to wet the bed when I was small, but I grew out of it by the time I was seven. - Küçükken yatağımı ıslatırdım fakat yedi yaşına gelmeden önce vazgeçtim.

yaş
humid
yaş
dank
yaş
sappy
yaş
year; winter
yaş
{i} year

When Justin Bieber started his music career, he was fourteen years old. - Justin Bieber müzik kariyerine başladığında on dört yaşındaydı.

My father will soon be forty years old. - Babam yakında kırk yaşında olacak.

yaşlanma
aging

Japan is trying to cope with the aging of its population. - Japonya nüfusunun yaşlanmasına karşı koymaya çalışıyor.

Physical changes are directly related to aging. - Fiziksel değişiklikler doğrudan yaşlanmayla ilgilidir.

yaş
fresh

Fish like carp and trout live in fresh water. - Sazan ve alabalık gibi balıklar tatlı suda yaşamaktadır.

Take a fresh look at your lifestyle. - Yaşam tarzınıza dikkatle bir göz atın.

yaş
(Gıda) moisture
yaş
vintage
yaşlanma
growth
yaşlanma
(Tıp) aging effect
yaş
new

John lives in New York. - John New York'ta yaşar.

The older you get, the more difficult it becomes to learn a new language. - Ne kadar yaşlanırsan, yeni bir dili öğrenmek o kadar zor olur.

yaş
young

John is not as old as Bill; he is much younger. - John Bill kadar yaşlı değil; çok daha genç.

Sam is two years younger than Tom. - Sam Tom'dan iki yaş küçük.

yaş
in age
aşırı yaşlanmak
to overage
yaş
damp; moist
yaş
slang bad, rough, tough
yaş
slang alcohol, liquor, booze
yaş
tears (in a person's eyes): bir damla yaş a tear
yaş
fresh (fruit) (as opposed to dried)
yaş
tear

My mother looked at me with tears in her eyes. - Annem gözlerinde yaşlarla bana baktı.

This song is so moving that it brings tears to my eyes. - Bu şarkı o kadar acıklı ki gözlerimi yaşarttı.

yaş
clammy
yaş
time of life

The best time of life is when you are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğun zamandır.

The best time of life is when we are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğumuz zamandır.

yaş
unseasoned
yaşlanma
ageing

Ageing isn't good, but the alternative is no better. - Yaşlanmak iyi değildir ama alternatifi daha iyi değildir.

The pharmaceutical company is looking for the Elixir of Life to stop the ageing process. - İlaç firması yaşlanma sürecini durdurmak için hayat iksirini arıyor.

yaşlanma
anointment