What percentage of the students are admitted to colleges?
- Öğrencilerin yüzde kaçı üniversitelere kabul edilmektedir?
People born in February get to spend a higher percentage of the month celebrating their birthdays than those born in other months.
- Şubat ayında doğanlar diğer aylarda doğanlardan ayın daha yüksek yüzdesini doğum günlerini kutlayarak harcarlar.
By 2030 twenty-one percent of its population will be over sixty-five.
- 2030'a kadar onun nüfusunun yüzde yirmi biri altmış beş yaşından büyük olacak.
Although rainforests make up only two percent of the earth's surface, over half the world's wild plant, animal and insect species live there.
- Yağmur ormanlarının, dünya yüzeyinin sadece yüzde ikisini kaplamasına rağmen; vahşi bitki, hayvan ve bitki türlerinin yarısından fazlası orada yaşar.
Tom agreed with me a hundred per cent.
- Tom yüzde yüz benimle aynı fikirde.
The VAT in Germany is 19 per cent.
- Almanya'da KDV yüzde 19'dur.
One hundred and fifty people entered the marathon race.
- Yüz elli kişi maraton yarışına girdi.
The airplane flies at a speed of five hundred kilometers per hour.
- Uçak saatte beş yüz kilometre hızla uçar.
I saw his face in the dim light.
- Onun yüzünü loş bir ışıkta gördüm.
The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
- Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
Tom agreed with me a hundred per cent.
- Tom yüzde yüz benimle aynı fikirde.
My income has decreased ten percent.
- Gelirim yüzde on azaldı.
Tom expected at least a ten percent return on his investment.
- Tom yaptığı yatırımdan en az yüzde on dönüş umuyordu.
I'm not a hundred percent sure.
- Yüzde yüz kesin emin değilim.
I support you one hundred percent.
- Seni yüzde yüz destekliyorum.
Tom has bad eyes, so he always sits in the very front of the classroom.
- Tom'un kötü gözleri var bu yüzden o her zaman sınıfın çok önüne oturur.
I sit in front of a computer screen all day, so I get pretty heavily bombarded by electro-magnetic waves.
- Ben bütün gün bilgisayar ekranı önünde otururum, bu yüzden elektro-manyetik dalgalar tarafından oldukça şiddetli şekilde bombardıman edilirim.
His facial expression was more sour than a lemon.
- Onun yüz ifadesi bir limondan daha fazla ekşiydi.
He has really soft facial features.
- O gerçekten yumuşak yüz hatlarına sahip.
Ten, twenty, thirty, forty, fifty, sixty, seventy, eighty, ninety, one hundred.
- On, yirmi, otuz, kırk, elli, altmış, yetmiş, seksen, doksan, yüz.
One hundred and fifty people entered the marathon race.
- Yüz elli kişi maraton yarışına girdi.
Gluteus Maximus was one of the cheekiest Roman emperors.
- Gluteus Maximus, en yüzsüz Roma imparatorlarından biriydi.
My brother got cheeky.
- Erkek kardeşim yüzsüzleşti.
Tom's facial features and mannerisms are very much like those of his father.
- Tom'un yüz hatları ve tavırları babasınına çok benzer.
He has really soft facial features.
- O gerçekten yumuşak yüz hatlarına sahip.
I figured Tom wasn't going to go, so I went.
- Tom'un gitmeyeceğini düşündüm, bu yüzden ben gittim.
The most important figure of mathematics of the nineteenth century is, undoubtedly, Gauss.
- On dokuzuncu yüzyılın matematiğinin en önemli figürü kesinlikle, Gauss.
Tom's facial features and mannerisms are very much like those of his father.
- Tom'un yüz hatları ve tavırları babasınına çok benzer.
He has really soft facial features.
- O gerçekten yumuşak yüz hatlarına sahip.
There are two sides to every question.
- Her öykünün bir de diğer yüzü vardır.
No matter how flat you make a pancake, it always has two sides.
- Bir gözlemeyi ne kadar düz yaparsanız yapın, onun her zaman iki yüzü vardır.
Tom's face lost its passive visage and revealed his horror and disgust.
- Tom'un yüzü pasif görüntüsünü kaybetti ve korku ve nefretini açığa vurdu.
Takuya swam naked as a jaybird.
- Takuya alakarga gibi çıplak yüzdü.
Would you mind if I swam in your pool?
- Havuzunuzda yüzebilir miyim?
I prefer swimming to skiing.
- Yüzmeyi kaymaya tercih ederim.
John is in the swimming club.
- John yüzme kulübündedir.
He is the only American to have swum the English Channel.
- O, İngiliz Kanalında yüzmüş tek Amerikalı.
Tom has never swum in our pool.
- Tom bizim havuzda hiç yüzmedi.
A white cloud is floating in the blue summer sky.
- Beyaz bir bulut mavi yaz gökyüzünde yüzüyordu.
The fisherman saved himself by means of a floating board.
- Balıkçı kendini yüzen bir tahta vasıtasıyla kurtardı.
There are two sides to every question.
- Her öykünün bir de diğer yüzü vardır.
He put on his sweater wrong side out.
- O kazağını ters yüz giydi.
When I was a child, I often went swimming in the sea.
- Ben bir çocukken çoğu zaman denizde yüzmeye gittim.
It was such a hot day that we went swimming.
- Öylesine sıcak bir gündü ki yüzmeye gittik.
Fifty percent of a chimpanzee's diet is figs.
- Şempanzenin diyetinin yüzde ellisi incirdir.
I paid fifty percent down for the car.
- Araba için yüzde elli peşin verdim.
The two lovers sat face to face, drinking tea.
- İki âşık yüz yüze oturdular,çay içtiler.
Those selected will have to face extensive medical and psychological tests.
- Seçilmiş olanlar kapsamlı tıbbi ve psikolojik testlerle yüzleşmek zorunda kalacak.
Strictly speaking, Chinese consists of hundreds of dialects.
- Aslına bakarsan, Çinçe yüzlerce lehçeden oluşur.
A ball is floating down the river.
- Bir top nehirden aşağı doğru yüzüyordu.
The substance is light enough to float on the water.
- Bu nesne su üzerinde yüzmek için yeterince hafif.
She didn't want to drink alcoholic drinks every day. However, beer is her favorite drink, so she drinks non-alcoholic beer every day.
- Alkollü içkileri her gün içmek istemiyordu. Fakat bira onun sevdiği içkisidir, bu yüzden o her gün alkolsüz bira içiyor.
I used to love swimming. It was my favorite sport in high school.
- Ben yüzmeyi severdim. O, lisede favori sporumdu.