to overlook a valley from a hill.
to overlook a gang of laborers; to overlook one who is writing a letter.
I am afraid I'll be a burden to you.
- Ben sana bir yük olmaktan korkuyorum.
I am afraid I'll be a burden to you.
- Korkarım ki sana bir yük olacağım.
You'll be in charge of the women working in this factory.
- Bu şirkette çalışan kadınlardan yükümlü olacaksın.
The police charged him with leaking information to a neighboring country.
- komşu ülke için bilgi sızıntılarıyla yüklüdür,polis.
The vessel was loaded with coal, lumber, and so on.
- Gemi kömür, kereste, ve benzeri şeylerle yüklüydü.
He keeps this gun loaded.
- O, bu silahı yüklü bulundurur.
The freight on the ship got soaked.
- Gemideki yük sırılsıklam oldu.
A freight train has derailed just south of Stockholm.
- Bir yük treni Stokholm'ün tam güneyinde raydan çıktı.
A cargo vessel, bound for Athens, sank in the Mediterranean without a trace.
- Atina'ya giden bir yük gemisi, bir iz bırakmadan Akdeniz'de battı.
They attract customers by offering high-quality goods.
- Onlar yüksek kalitede ürünler sunarak müşteri çekerler.
Their goods are of the highest quality.
- Onların malları en yüksek kalitedir.
I can't burden Tom with that responsibility.
- Ben bu sorumluluğu Tom'a yükleyemem.
Danger! High voltage.
- Tehlike! Yüksek voltaj.
The radio is too loud. Turn the volume down.
- Radyonun sesi çok yüksek. Sesi kısın.
The loud drill gave her husband a headache.
- Yüksek sesli matkap, kocasına baş ağrısı verdi.
She's frightened by loud noises.
- O, yüksek seslerden korkuyor.
He fastened the horse's pack with a rope.
- O, atın yükünü iple bağladı.
I am less afraid of heights than I was.
- Yükseklerden eskisinden daha az korkuyorum.
The two mountains are of equal height.
- İki dağ eşit yüksekliktedir.
Her weight increased to 50 kilograms.
- Onun ağırlığı 50 kilograma yükseldi.
The box fell apart due to the weight of the load.
- Kutu yükün ağırlığı nedeniyle düştü.
The store where we used to buy those started charging outrageous prices, so we had to find another store.
- Onları satın aldığımız mağaza, aşırı yüksek fiyat koymaya başladı, o yüzden başka bir mağaza bulmak zorunda kaldık.
Since the temperature has warmed, my coat has become an encumbrance.
- Sıcaklık arttığından beri, ceketim bir yük oldu.
Air traffic controllers are under severe mental strain.
- Hava trafik kontrolörleri ağır zihinsel yük altındadırlar.
Tom's expensive tastes put a strain on the family's finances.
- Tom'un pahalı zevkleri ailenin mali durumuna bir yük oluyordu.
He said Bill Clinton would raise taxes.
- Bill Clinton'un vergileri yükselteceğini söyledi.
They were burdened with heavy taxes.
- Ağır vergi yükü altındaydılar.
They are loading oil into the ship.
- Onlar gemiye petrol yüklüyorlar.
They're loading crude oil onto the ship.
- Gemiye ham petrol yüklüyorlar.
Tom eventually figured out how to install a free database application on his computer.
- Tom sonunda kendi bilgisayarına ücretsiz bir veritabanı uygulamasını yüklemeyi anladı.
The wall wasn't high enough to keep dogs out.
- Duvar köpekleri dışarıda tutacak kadar yüksek değildi.