Karanlıkta yürümekten korkuyorum.
- I am frightened of walking in the darkness.
Yürümek için ideal bir gündü.
- It was an ideal day for walking.
Parkta dolaşmaktan hoşlanıyor.
- He likes to walk about in the park.
John ve Mary'nin el ele yürüyüşünü izledim.
- I watched John and Mary walking hand in hand.
On dakikalık bir başka yürüyüş bizi kıyıya getirdi.
- Another ten minutes' walk brought us to the shore.
Senin yaşındayken, okula yürüyerek gitmek zorundaydım.
- When I was your age, I had to walk to school.
Tom her gün okula yürüyerek gitmek zorunda mı?
- Does Tom have to walk to school every day?
O yalnız yürümeyi sever.
- She likes walking alone.
O yalnız yürümeyi sever.
- She likes to walk alone.
Yürüyemeyecek kadar çok yorgunum.
- I'm too tired to walk.
Biz gölün etrafında yürüdük.
- We've walked all around the lake.
Armstrong, etrafta gezindi.
- Armstrong walked around.
Caddede amaçsızca gezindim.
- I walked about aimlessly on the street.
Sonunda, hastalıktan dolayı yürüyemez hale geldi ve gezinmek için motorlu tekerlekli sandalye kullanmak zorunda kaldı.
- In the end, because of the disease, he became unable to walk and had to use a motorized wheelchair to get around.
Sen tamamen hareketsiz olmalısın ve parmak uçlarında yürümelisin. Bebek uyuyor.
- You must be completely still and walk on your tip-toes. The baby is asleep.
İşe git, çocuklarını okula gönder. Modayı takip et, normal hareket et, kaldırımda yürü, televizyon izle. Yaşlılığın için para biriktir. Kanunlara uy. Benimle birlikte tekrarla: Ben özgürüm.
- Go to work, send your kids to school. Follow fashion, act normal, walk on the pavements, watch TV. Save for your old age. Obey the law. Repeat with me: I am free.
Sahilde gezinti yaptık.
- We went for a walk on the beach.
Buz üzerinde yürümek için yeteri kadar kalın.
- The ice is thick enough to walk on.
Tom ince bir çizgi üzerinde yürümek zorundadır.
- Tom has to walk a fine line.
Tom ön yürüyüş yoluna yaklaşıyor.
- Tom is coming up the front walk.
Sadece kısa bir yol, bu yüzden birkaç dakika içinde oraya yürüyebilirsiniz.
- It's only a short way, so you can walk there in a few minutes.
Tren olmadığı için, tüm yolu yürümek zorunda kaldık.
- There being no train, we had to walk all the way.
If you leave your wallet lying around, it’s going to walk.
I carefully walked the ladder along the wall.
If we don't offer him more money he'll walk.
Debugging this computer program involved walking the heap.
The Ministry of Silly Walks is underfunded this year.
The museum’s not far from here – you can walk it.
Will you walk me home?.
The pitcher now has two walks in this inning alone.
It’s a long walk from my house to the library.
The county had a successful defense only because the judge kept telling the jury at every chance that the cyclist should have walked his bicycle like a pedestrian.
... the Roman Empire resurrected as you walk through the streets of Rome looking at the ruins. ...
... called a Faraday cage and every time you walk into metal structure, you get shielded by ...