Yürümek için ideal bir gündü.
- It was an ideal day for walking.
Yürümek iyi egzersizdir.
- Walking is good exercise.
Parkta dolaşmaktan hoşlanıyor.
- He likes to walk about in the park.
Her sabah yürüyüşe çıkarım.
- I take a walk every morning.
Yürüyüş yapmaya ne dersin?
- How about going for a walk?
Bu sıcakta işe yürüyerek gitmek kötü bir fikir.
- Walking to work in this heat is a bad idea.
Okula yürüyerek gitmek yarım saatimizi alıyor.
- It takes us half an hour to walk to school.
O, spor salonuna yürümedi.
- He did not walk into the gym.
O yalnız yürümeyi sever.
- She likes to walk alone.
Yürüyemeyecek kadar çok yorgunum.
- I'm too tired to walk.
O tek başına yürümeyi sever.
- She likes to walk alone.
Onu arayarak etrafta gezindi.
- She walked around looking for him.
Ben kır gezisini seviyorum.
- I like to walk in the country.
Sonunda, hastalıktan dolayı yürüyemez hale geldi ve gezinmek için motorlu tekerlekli sandalye kullanmak zorunda kaldı.
- In the end, because of the disease, he became unable to walk and had to use a motorized wheelchair to get around.
Sen tamamen hareketsiz olmalısın ve parmak uçlarında yürümelisin. Bebek uyuyor.
- You must be completely still and walk on your tip-toes. The baby is asleep.
İşe git, çocuklarını okula gönder. Modayı takip et, normal hareket et, kaldırımda yürü, televizyon izle. Yaşlılığın için para biriktir. Kanunlara uy. Benimle birlikte tekrarla: Ben özgürüm.
- Go to work, send your kids to school. Follow fashion, act normal, walk on the pavements, watch TV. Save for your old age. Obey the law. Repeat with me: I am free.
Sahilde gezinti yaptık.
- We went for a walk on the beach.
Tom ince bir çizgi üzerinde yürümek zorundadır.
- Tom has to walk a fine line.
Göl donmuştu ama buzun üzerinde yürümek için yeterince güçlü olduğundan emin değilim.
- The lake has frozen over but I'm not sure the ice is strong enough to walk on.
Tom ön yürüyüş yoluna yaklaşıyor.
- Tom is coming up the front walk.
Otobüs servisi olmadığı için, biz, istasyona giden bütün yolu yürümek zorunda kaldık.
- As there was no bus service, we had to walk all the way to the station.
Tren olmadığı için, tüm yolu yürümek zorunda kaldık.
- There being no train, we had to walk all the way.
If you leave your wallet lying around, it’s going to walk.
I carefully walked the ladder along the wall.
If we don't offer him more money he'll walk.
Debugging this computer program involved walking the heap.
The Ministry of Silly Walks is underfunded this year.
The museum’s not far from here – you can walk it.
Will you walk me home?.
The pitcher now has two walks in this inning alone.
It’s a long walk from my house to the library.
The county had a successful defense only because the judge kept telling the jury at every chance that the cyclist should have walked his bicycle like a pedestrian.
... want to walk too much. ...
... a vendor means that you can go blind, or deaf, or lose the ability to walk, or become suicidally ...