His lie weighed on his conscience.
- Vicdanında yalanını tarttı.
All human beings are born free and equal in dignity and rights. They are endowed with reason and conscience and should act towards one another in a spirit of brotherhood.
- Tüm insanlar özgür, şeref ve haklar bakımından eşit doğar. Akıl ve vicdana sahiplerdir ve birbirlerine karşı kardeşlik ruhuyla hareket etmelidir.
You have no scruples.
- Sizin vicdanınız yok.
Tom was full of remorse after stealing Mary's car and writing it off.
- Tom Mary'nin arabasını çaldıktan sonra vicdan azabıyla doluydu ve bir kalemde sildi.
Tom was full of remorse after stealing Mary's car and writing it off.
- Tom Mary'nin arabasını çaldıktan sonra vicdan azabıyla doluydu ve bir kalemde sildi.
I have a guilty conscience.
- Vicdan azabı çekiyorum.
I had a guilty conscience.
- Benim bir vicdan azabım vardı.
He felt the pangs of conscience.
- O, vicdan azabı hissetti.
Tom had no qualms about telling everybody what he thought.
- Tom'un düşündüğünü herkese söylemekten hiçbir vicdan azabı çekmiyordu.
Tom has no qualms about stealing other people's food.
- Tom'un diğer insanların yiyeceğini çalmakla ilgili vicdan azabı yok.