verme

listen to the pronunciation of verme
Türkçe - İngilizce
accordance
liquidate
(Ticaret) accord

Tom finally talked Mary into lending him her accordion. - Tom sonunda Mary'yi akordeonunu ona ödünç vermesi için ikna etti.

According to the old man I met yesterday, cockroaches can be eaten and don't taste all that bad. - Dün tanıştığım yaşlı adama göre hamamböcekleri yenilebilir ve o kadar kötü tad vermez.

surrender

Layla didn't want to surrender her virginity. - Leyla bekaretini vermek istemedi.

(Bilgisayar) do not export
input
attribute
emission
dispensation
(Ticaret) submittal
delivery
lodgment
supply

I don't supply my real name to any site on the Internet. - İnternet'te hiçbir siteye gerçek adımı vermem.

I don't supply my real name to any Internet site. - Hiçbir İnternet sitesine gerçek adımı vermem.

conferment
lodgement
(ısı vb.) evolution
rendering
(Hukuk) grant

I took it for granted that she would agree with me. - Bana katılmayacağına hiç ihtimal vermemiştim.

Grant refused to give them a firm promise. - Grant onlara sağlam bir söz vermeyi reddetti.

disposition
{i} giving

Tom continued giving concerts until he died. - Tom ölünceye kadar konserler vermeye devam etti.

Would you consider giving me a small loan? - Bana küçük bir kredi vermeyi düşünür müsünüz?

bestow
conference
bearing

Before bearing fruit, orange trees blossom with a flower called an azahar. - Meyve vermeden önce portakal ağaçları azahar adı verilen bir çiçekle çiçek açarlar.

Before bearing fruit, orange trees bloom with orange blossoms. - Meyve vermeden önce, portakal ağaçları turuncu çiçekleri ile çiçek açar.

yield
vermek
give

I would like to give him a present for his birthday. - Ona doğum günü için bir hediye vermek istiyorum.

I think that girl cut her hair to give herself a new look. - Ben, o kızın kendisine yeni bir görünüm vermek için saçını kestiğini düşünüyorum.

teklif verme
bidding
vekalet verme
(Ticaret) delegation
vekaletname verme
empowering
vermek
{f} grant
vermek
{f} pass

I stood aside to let them pass. - Onların geçmesine izin vermek için kenarda durdum.

He pulled aside to let a truck pass. - Bir kamyonun geçmesine izin vermek için kenara çekti.

cesaret verme
encouragement
vermek
issue
vermek
confer
vermek
{f} lend

I had to lend to him money. - Ona ödünç para vermek zorundaydım.

I don't lend my books to any of the students. - Öğrencilerden herhangi birine kitaplarımı ödünç vermek istemiyorum.

vermek
{f} bestow
vermek
{f} extend
vermek
{f} hand

It seemed like the whole school raised their hand to bid. - Bütün okul teklif vermek için elini kaldırdı gibi görünüyordu.

I had intended to hand the document to him, but I forgot to. - Ben belgeyi ona vermek istemiştim ama unuttum.

vermek
{f} contribute

Tom asked me if I would be willing to contribute some money. - Tom bana biraz para vermek için istekli olup olmayacağımı sordu.

bel verme
sag
fiyat verme
quote
haber verme
(Askeri,Bilgisayar) notification
hesap verme
explaining
kendini verme
absorption
nabza göre şerbet verme
tact
patlak verme
outbreak
poz verme
sitting
ver
give

I think I'm gonna sneeze. Give me a tissue. - Sanırım hapşıracağım... Bana bir mendil ver.

I will give you this book. - Bu kitabı sana vereceğim.

vermek
dedicate
vermek
to give (something) to
vermek
hand over
vermek
{f} deliver
yeminli ifade verme
deposition
yeniden güven verme
reassurance
vermek
{f} distribute
alarm verme
alarming
bel verme
deflection
bel verme
bulge
bel verme
sinking
bel verme
bending
bel verme
inflection
borç verme
(Ticaret) loan

Nobody would loan me money. - Kimse bana para borç vermez.

buhar verme
steaming
dilekçe verme
petitioning
dini değerlere önem verme
spirituality
erken haber verme
(Askeri) early warning
fire verme
(Ticaret) shrink
gizlilik derecesi verme
(Askeri) classification
güven verme
reassurance
güç verme
sustenance
hareket verme
start
hasar verme
injure
hava verme
ventilation
hayat verme
vitalisation
hüküm verme
adjudicating
hız verme
acceleration
ihale verme
(Ticaret) tender
iplik verme
yarn delivery
izin verme
(Bilgisayar) deny
izin verme
permitting
izin verme
toleration
izin verme
(Kanun) licentiation
izin verme
(Bilgisayar) disallow
izin verme
empowering
karar verme
(Ticaret) decide

It rests with you to decide whom to choose for the job. - İş için kimi seçeceğine karar vermek sana kalmış.

Oh, I haven't decided what I'm going to do yet. - Oh, ben henüz ne yapacağıma karar vermedim.

karar verme
decision making
karar verme
decision-making
karar verme
enacting
karar verme
giving a decision
karar verme
(Ticaret) determine

We should determine what is to be done first. - Önce ne yapılacağına karar vermeliyiz.

karar verme
(Kanun) passing judgement
karar verme
deciding

Tom had trouble deciding what to do next. - Tom'un daha sonra ne yapacağına karar verme sorunu vardı.

I had trouble deciding which brand of dog food to feed my dog. - Köpeğimi hangi marka köpek yiyeceği ile besleyeceğime karar vermede güçlük çekiyorum.

karar verme
dijudication
karar verme
(Kanun) passing judgment
kendini verme
devotion
kredi verme
(Ticaret) crediting
kredi verme
(Ticaret) loan
meme verme
breast feeding
meme verme
lactation
renk verme
(Tekstil) crocking
renk verme
tinction
selam verme
salute
skor verme
scoring
söz verme
promising
taviz verme
(Politika, Siyaset) appeasement
teklif verme
(Teknik,Ticaret) tendering
ver
(Bilgisayar) export

Our negotiations to lower export taxes suffered a big setback. - İhracaat vergilerini düşürme müzakerelerimiz büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı..

The export of arms was not allowed. - Silah ihracatına izin verilmedi.

ver
(Bilgisayar) issue

I can't answer this question. I don't know anything about those issues. - Ben bu soruya cevap veremem. Bu konular hakkında hiçbir şey bilmiyorum.

Thus, the ethical issue remains: Should cigarette makers be allowed to target global markets? - Bu yüzden, etik sorun devam ediyor: sigara üreticilerine hedef küresel pazarlara izin verilmeli mi?

ver
(Bilgisayar) export as
vermek
put up
vermek
transmit
vermek
submit
vermek
expend
vermek
lodge
vermek
supply
vermek
emit
vermek
offer

We have three hours to decide whether we're going to accept their offer. - Onların teklifini kabul edip etmeyeceğimize karar vermek için üç saatimiz var.

I'm here to give you a special offer. - Size özel bir teklif vermek için buradayım.

vermek
serve

This serves to show how honest she is. - Bu onun ne kadar dürüst olduğunu göstermek için hizmet vermektedir.

The recipe serves six people. - Yemek tarifi altı kişiye hizmet vermektedir.

vermek
bend
vermek
entrust
vermek
give something away
vermek
mete out
vermek
impart

He wants to impart his wisdom to you. - O, bilgeliğini sana vermek istiyor.

vermek
sell
vermek
pony up
vermek
award
vermek
(Dilbilim) give out
vermek
resign to
vermek
endue
vermek
hold out
vermek
favour
vermek
fix up
vermek
supply with
vermek
impart to
vermek
attribute
vermek
pay

I don't want to pay through the nose for a hotel room. - Bir otel odasına dünya kadar para vermek istemiyorum.

I had to lend Tom money so he could pay his rent. - Kirasını ödeyebilsin diye Tom'a parayı ödünç vermek zorunda kaldım.

vermek
provide
vermek
dispense
vermek
favour with
vermek
come at
vermek
indue
vermek
bring forth
vermek
confer on
vermek
present

Tom has to give a presentation. - Tom bir sunum vermek zorunda.

Tom wanted to give a very special present to his girlfriend. - Tom kız arkadaşına çok özel bir hediye vermek istedi.

vermek
generate
vermek
confer upon
vermek
bestow on
vermek
bestow upon
vermek
marry
vermek
surrender

Layla didn't want to surrender her virginity. - Leyla bekaretini vermek istemedi.

vermek
inject
vermek
(Kanun) settle
yetki verme
authorisation
yetki verme
empowering
yön verme
guide
zarar verme
endamagement
zarar verme
scourging
zarar verme
endamaging
zarar verme
wrecking
çiçek verme
(Biyokimya) efflorescence
ödül verme
awarding
öncelik verme
prioritization
öncelik verme
prioritizing
ürün verme
bearing
vermek
{f} render
ver
{f} given

Allen was given a problem that was impossible to solve. - Allen'e çözülmesi imkânsız bir problem verilmişti.

Parents have a prior right to choose the kind of education that shall be given to their children. - Ana baba, çocuklarına verilecek eğitim türünü seçmek hakkını öncelikle haizdirler.

ver
{f} rendering
ver
render

I cannot render a judgment on that. - Bu konuda bir karar veremiyorum.

ver
{f} giving

Any man who can drive safely while kissing a pretty lady is simply not giving the kiss the attention it deserves. - Güzel bir bayanı öperken güvenle araba sürebilen bir sürücü sadece öpücüğe hakettiği ilgiyi vermiyordur.

Television is a very important medium for giving information. - Televizyon bilgi vermek için çok önemli bir araçtır.

ver
gave

I took one, and gave the other apples to my little sister. - Birini ben aldım, diğer elmaları ise küçük kız kardeşime verdim.

My uncle gave me a present. - Amcam bana bir hediye verdi.

ver
{f} grant

I took it for granted that she would agree with me. - Bana katılmayacağına hiç ihtimal vermemiştim.

The college granted him a scholarship. - Üniversite ona bir burs verdi.

ver
brought forth
ver
mete out
ver
favour with
ver
bestow

The college bestowed an honorary degree on him. - Üniversite ona fahri doktora unvanı verdi.

That's a real strongman, bestow upon him a goblet of wine! - Gerçek güçlü bir adam, ona bir kadeh şarap ver!

ver
bring forth
vermek
furnish
vermek
vest
vermek
give away

Why must you give away all of my secrets? - Neden bütün sırlarımı dışarı vermek zorundasın?

Maybe they don't want to give away their positions. - Belki de onlar pozisyonlarını vermek istemiyorlar.

vermek
treat
vermek
devote
vermek
concede
vermek
dish out
vermek
give in

In most cases we had to give in to their demands. - Çoğu zaman onların istediklerini vermek zorunda kaldık.

vermek
pay out
vermek
administer
vermek
deal
vermek
consign
vermek
intrust
vermek
hand in
fiyat verme
bidding
anlam verme
make sense
ders verme
prelection
eğreti verme, ödünç verme
making improvised, lending
geri verme
give back

I've made up my mind to give back all the money I stole. - Çaldığım bütün paraları geri vermeye karar verdim.

He forgot to give back my dictionary. - Sözlüğümü geri vermeyi unuttu.

hüküm verme
adjudication
karar verme mekanizması
decision making mechanism
konferans verme
prelection
mahkemeye verme
impeachment
mutlu etme, mutluluk verme
happy, happiness-making
not verme
grading
selam verme
greeting
umut verme
hopefulness
ver
granted

He'll be granted American citizenship. - Ona Amerikan vatandaşlığı verilecek.

I took it for granted that she would agree with me. - Bana katılmayacağına hiç ihtimal vermemiştim.

vermek
turn sth over to
vermek
handing-over
ödünç verme
lending

I wonder if you would mind lending me your car for a couple of days. - Birkaç günlüğüne arabanı bana ödünç vermenin bir sakıncası olup olmadığını merak ediyorum.

Tom finally talked Mary into lending him her accordion. - Tom sonunda Mary'yi akordeonunu ona ödünç vermesi için ikna etti.

önem verme, gözetme
emphasis, wink
örnek verme
give examples
ad verme
entitlement
akım verme
switching
ara verme
prorogation
ara verme
cessation
ara verme komutu
breakpoint instruction
ara verme noktası
breakpoint
ara verme simgesi
breakpoint symbol
asalet verme
ennoblement
aynen karşılık verme
retortion
aynen karşılık verme
reprisal
ağaca renk verme
stain
bahşiş verme
tipping

When you go abroad, you'd better keep in mind that tipping is necessary. - Yurt dışına gittiğinizde, bahşiş vermenin gerekli olduğunu aklınızda tutsanız iyi olur.

Türkçe - Türkçe
Vermek işi
(Osmanlı Dönemi) TAATTUF
VER
(Osmanlı Dönemi) f. "Sahib, mâlik; anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dâniş-ver $ : Âlim. Suhan-ver $ : Edip, şâir
VER
(Osmanlı Dönemi) (-) f. "Sahib, mâlik; anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dâniş-ver Âlim. Suhan-ver Edip, şâir
Vermek
uçlanmak
Vermek
etmek
Vermek
(Osmanlı Dönemi) İTYAN
Vermek
görmek
Vermek
(Osmanlı Dönemi) MUATAT
Vermek
toslamak
Vermek
toka etmek
Vermek
sundurmak
vermek
Tespit etmek
vermek
Birisine eriştirmek, iletmek
vermek
Etki yapmak, biçimini değiştirmek
vermek
Ondan bilmek, atfetmek
vermek
Dayamak
vermek
Bırakmak veya bağışlamak
vermek
Döndürmek, çevirmek, yöneltmek
vermek
Kök veya gövdelerin sonuna -ı (-i, -u, -ü) zarf-fiil eki ile eklendiğinde tezlik bildirir
vermek
Satmak
vermek
Herhangi bir duruma yol açmak: "Kendilerine iyi bir çalışma fırsatı verdim."- Y. K. Karaosmanoğlu
vermek
Herhangi bir şey ortaya çıkarmak, oluşturmak: "Kendisi de muhakkak artistlerden, güzel eser veren, güzel konuşan, hayalleri işlek adamlardan hoşlanıyor."- R. H. Karay
vermek
Bir şey üzerinde etki yapmak, biçimini değiştirmek
vermek
Dilek bildiren birleşik fiiller yapar
vermek
Ödemek
vermek
Bırakmak veya bağışlamak: "Hırsımdan bazılarına bedava verdim, alın götürün, diye bağırdım."- H. C. Yalçın
vermek
Topluluk önünde sanatını göstermek, icra etmek
vermek
Herhangi bir duruma yol açmak
vermek
Yaymak
vermek
Ürün üretmek
vermek
Hepsini herhangi bir duruma sokmak
vermek
Eğlenceli toplantı düzenlemek, konuk çağırıp ağırlamak
vermek
Düşünce veya bilgi anlatan şeyleri başkalarına iletmek, bildirmek: "Geçenlerde bir derginin, eski ünlüler ne yapıyor? adlı bir röportajına verdiği cevapları okudum."- H. Taner
vermek
Ondan bilmek, atfetmek: "Bilgin'in bu çekingen tavırlarını kusurlu ve zayıf oluşuna verdi..."- F. R. Atay
vermek
Yaymak. Ürün üretmek: "Dal budak saldı, yemiş vermeye başladı."- R. E. Ünaydın
vermek
Başkalarına iletmek, bildirmek
vermek
Biriyle evlendirmek
vermek
Ayırmak, harcamak
vermek
Sahip olmasını sağlamak
vermek
Biriyle evlendirmek: "Uzun Osman, Zeynep'le Süleyman'a, ikisini birbirine vereceğini söylediği zaman şaşmadılar."- H. E. Adıvar. Ödemek: "Haydi ... arabaya atlayın
vermek
Herhangi bir şey ortaya çıkarmak, oluşturmak
vermek
Kazandırmak, katmak
vermek
Üzerinde, elinde veya yakınında olan bir şeyi birisine eriştirmek, iletmek: "Okumadığım zaman tavukların bahçesindeyim, yemlerini ben veririm."- Ö. Seyfettin
vermek
Döndürmek, çevirmek, yöneltmek: "Arabanın burnunu, en tenha kahvelerden birinin önünde, rıhtıma verdiler."- A. İlhan
vermek
Düzenlemek, konuk çağırıp ağırlamak
İngilizce - Türkçe

verme teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı

ver
(Bilgisayar) sürüm

Bu sözlük en son sürüm değil. - This dictionary isn't the most recent version.

Tatoeba'nın yeni sürümünü görmeye çok sabırsızlanıyorum. - I'm very impatient to see the new version of Tatoeba.

verme