varmak teriminin Türkçe İngilizce sözlükte anlamı
- arrive
Nancy never fails to arrive on time.
- Nancy asla zamanında varmaktan geri kalmaz.
He ran, so as to arrive on time.
- O, zamanında varmak için koştu.
- to arrive (at/in), to get to, to reach, to attain, to appear, to hit; to amount to; to approach; to end in; (kadın kocaya) to marry (sb)
- approach
- reach
They are negotiating to reach a satisfactory compromise.
- Onlar tatmin edici bir uzlaşmaya varmak için müzakere ediyorlar.
You have reached your destination.
- Varmak istediğiniz yere ulaştınız.
- end in
- arrive in
- attain to
- amount
His debts amount to $2,000.
- Onun borçları 2,000 dolara varmaktadır.
- disembark
- come to hand
- turn up
- to reach, arrive at, come to; to get to, get as far as
- amount to
His debts amount to $2,000.
- Onun borçları 2,000 dolara varmaktadır.
- recure
- lead
- (Argo) rock up
- roll up
- get
It takes about 15 minutes to get to my office.
- Ofisime varmak yaklaşık on beş dakika alır.
It took only about five minutes to get to my uncle's house from the station by car.
- Arabayla istasyondan amcamın evine varmak yaklaşık sadece beş dakika aldı.
- get to
It took only about five minutes to get to my uncle's house from the station by car.
- Arabayla istasyondan amcamın evine varmak yaklaşık sadece beş dakika aldı.
It takes about 15 minutes to get to my office.
- Ofisime varmak yaklaşık on beş dakika alır.
- Well then ...!/... then!: Var git! Well then go!/Go if that's what you want to do!
- by the time we've reached (a specified place)
- make
- go into
- arrive at
We must hurry if we want to arrive at the station on time.
- Biz, zamanında istasyona varmak istiyorsak acele etmeliyiz.
I want to arrive at Kennedy Airport early in the afternoon.
- Öğleden sonra erken saatlerde Kennedy Havaalanına varmak istiyorum.
- hit
- come at
- come to
We have to come to some agreement.
- Bir anlaşmaya varmak zorundayız.
- (for a woman) to marry (a man). varan ... varan ... Here's ...!/There's ...! (followed by a number): Varan bir.Varan iki. Here's one! Here's two! Varan dört. That makes four! Var/Varın
- (Hukuk) attain
- get at
- Just you ...!/You just ...! Var ne olacağını düşün! You just think of what'll happen then! varıncaya kadar up to, to. Varsın .... might as well: ''Ayşe gelemeyecekmiş.'' "Varsın gelmesin. Gündemde onu ilgilendiren pek bir şey yok." "It seems Ayşe can't make it." "It doesn't matter whether she comes or not. There's practically nothing on the agenda that concerns her." Varsın yetki ona resmen verilsindi. He might as well have been given the authority officially. varıncaya kadar
- even: Rengin teyzeye varıncaya kadar herkes orada hazır bulunuyordu. Everybody, even Aunt Rengin, was there
- turn
- get on for
- abut
- appear
- get in
- get up to
- result
- extend
- farkına varmak
- realize
- farkına varmak
- notice
The third thing you have to do is develop this ability to notice.
- Yapmanız gereken üçüncü şey bu yeteneği geliştireceğinizin farkına varmak
- varma
- {i} arrival
It happened prior to my arrival.
- O, ben varmadan önce oldu.
- varmak (birine)
- marry someone
- var
- {s} available
Is there any help available?
- İşe yarar bir yardım var mı?
Is there a tour guide available?
- Müsait bir tur rehberi var mı?
- farkına varmak
- recognize
- var
- (çoğul) there are
- var
- there
There is a church at the back of my house.
- Evimin arkasında bir kilise var.
In theory, there is no difference between theory and practice. But, in practice, there is.
- Teoride, teori ve pratik arasında hiçbir fark yoktur. Fakat pratikte, var.
- karara varmak
- resolve
- tadına varmak
- enjoy
- farkına varmak
- awaken
- var
- (tekil) there is
- var
- there is/are
- dikkat etmek farkına varmak
- note
- hükmüne varmak
- adjudicate
- sonunda varmak
- land up
- var
- belongings
Tom lost all his belongings.
- Tom tüm varlıklarını kaybetti.
- var
- time to
I had neither the time to go shopping, nor to say goodbye to my mother.
- Ne alışveriş etmek ne de anneme hoşça kal demek için zamanım vardı.
Although the pressure of studying at the University of Cambridge is very high, many students still have time to go out and have fun.
- Cambridge Üniversitesi'nde öğrenim zorluğu çok yüksek olmasına rağmen, çok sayıda öğrencinin hâlâ dışarı çıkmak ve eğlenmek için zamanı var.
- var
- possessions
Sami left all of his possessions behind.
- Sami bütün varlıklarını geride bıraktı.
- var
- (Bilgisayar) exists
Compulsory military service exists in Turkey.
- Türkiye'de zorunlu askerlik vardır.
God exists, but he forgot the password.
- Tanrı var ama şifreyi unutmuş.
- var
- existent
Thinking about the universe always gives me an existential crisis.
- Evren hakkında düşünmek bende her zaman varoluşsal bir kriz yaratır.
Tom is having an existential crisis.
- Tom varoluşsal bir kriz geçiriyor.
- varma
- accession
- var
- there are
There are few bookstores in this area.
- Bu bölgede çok az kitapçı var.
There are 340 species of hummingbirds.
- Sinekkuşlarının 340 türü vardır.
- var
- there is
In theory, there is no difference between theory and practice. But, in practice, there is.
- Teoride, teori ve pratik arasında hiçbir fark yoktur. Fakat pratikte, var.
There is a book on the table.
- Masanın üzerinde bir kitap var.
- var
- get in
Get inside and lock your doors! Close your windows! There is something in the fog!
- İçeri gir ve kapılarını kilitle! Pencerelerini kapat! Sisin içinde bir şey var!
How did you get in? Do you have a key?
- İçeri nasıl girdin? Anahtarın var mı?
- karara varmak
- find
- sağ salim varmak
- To safely
- tadına varmak
- discuss
- tadına varmak
- Relish, find pleasure in, get pleasure out of
- var
- in there
There's somebody in there.
- Orada içeride biri var.
There's someone in there.
- Orada içeride biri var.
- var
- theres
- var
- is there
Is there anything to drink in the refrigerator?
- Buzdolabında içilebilecek herhangi bir şey var mı?
Is there life before death?
- Ölümden önce hayat var mıdır?
- üstüne varmak
- provoke
- amacına varmak
- win through
- anlaşmaya varmak
- strike a balance
- anlaşmaya varmak
- to strike a bargain, to come to an agreement
- anlaşmaya varmak
- get together
- anlaşmaya varmak
- come to an understanding with
- anlaşmaya varmak
- settle with
- anlaşmaya varmak
- to come to an agreement
- anlaşmaya varmak
- come to an arrangement
- anlaşmaya varmak
- come to an agreement
- anlaşmaya varmak
- reach an agreement
- ağzı kulaklarına varmak
- to grin from ear to ear
- bilinçine varmak
- to comprehend
- dili varmak
- dare say
- düşünceye varmak
- to reach an opinion
- ere gitmek/varmak prov
- to marry a man
- eve varmak
- get home
I have to get home before it gets dark.
- Hava kararmadan önce eve varmak zorundayım.
Tom had better hurry if he wants to get home before dark.
- Tom hava kararmadan önce eve varmak istiyorsa acele etse iyi olur.
- farkına varmak
- wake to
- farkına varmak
- take notice
- farkına varmak
- to notice, to realize, to discover
- farkına varmak
- waken
- farkına varmak
- get wise to
- farkına varmak
- discern
- farkına varmak
- awake to
- farkına varmak
- become aware of
- farkına varmak
- awake
- farkına varmak
- take stock of
- farkına varmak
- to notice, become aware of
- fenaya varmak
- to get worse; to end up badly
- giderek varmak (bir yere)
- work up to
- hâd safhaya varmak
- to reach a critical stage
- hükme varmak
- be decisive of
- hükmüne varmak
- adjudge
- ifrata varmak
- to go to excess
- ileri varmak
- to go too far, go beyond the bounds of what is considered acceptable
- karara varmak
- come to a decision
- karara varmak
- rule
- karara varmak
- arrive at a decision
- karara varmak
- to arrive at a decision, reach a decision
- karara varmak
- make a decision
- karara varmak
- judge
- karara varmak
- determine
- karara varmak
- conclude
- karara varmak
- to reach a decision, to come to a decision
- karara varmak
- take a decision
- kararına varmak
- adjudicate
- kararına varmak
- adjudge
- kocaya varmak
- (for a woman) to marry
- mutabakata varmak
- 1. to reach an agreement, come to an understanding. 2. to strike a bargain
- mutabakata varmak
- (Hukuk) to agree
- olacağına varmak
- to take its course
- parçaları birleştirip sonuca varmak
- reconstitute
- rükûa varmak
- to bow one's head, putting one's palms on one's knees
- secde etmek/ye varmak/ye kapanmak
- to prostrate oneself (while performing the namaz)
- secdeye varmak
- to prostrate oneself
- sevinçinden ağzı kulaklarına varmak
- to grin from ear to ear (in delight)
- sonuca varmak
- amount
- sonuca varmak
- reason
- sonuca varmak
- decide
- sonuca varmak
- make inferences
- sonucuna varmak
- to deduce
- suçlu olduğu kararına varmak
- bring in a verdict of guilty
- tadına varmak
- relish
- tatına varmak
- 1. to enjoy (something) to the full. 2. to appreciate fully the beauty of (something)
- uzlaşmaya varmak
- settle on
- var
- existing, in existence
- var
- used to indicate a willingness to participate in something: Ben varım. Count me in!/I'm willing to do it./I'm with you
- var
- one's all, everything one has: Bütün varını bu işe harcadı. He put his heart and soul into this job
- var
- present, in attendance; at hand, available
- var
- existent, available, present; there is/are; (saatlerde) to; possessions, belongings
- var
- to
- yargıya varmak
- to pass judgment on
- zevkine varmak
- savor
- zevkine varmak
- savour [Brit.]
- zevkine varmak
- to discover the pleasure to be had from (something); to begin to enjoy (something)
- üstüne varmak
- lean upon
- üstüne varmak
- bear down on
- üstüne varmak
- press smb. close
- üstüne varmak
- a) to keep on at sb b) to attack, to assault
- üstüne varmak
- get at