Hastanedeki hoş olmayan deneyimlerini telafi etmek için Tom içmesi gerekenden biraz daha fazla içti.
- To compensate for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than was good for him.
Hoş olmayan bir şey olacağını biliyorsan, örneğin dişçiye gideceğini, ya da Fransa'ya, öyleyse bu iyi değil.
- If you know that something unpleasant will happen, that you will go to the dentist for example, or to France, then that is not good.
O bu tür görüşü nahoş bulur.
- He finds this kind of opinion unpleasant.
Başkalarının hayatını tatsız yapmadan hayatından zevk almalısın.
- You should enjoy your life without making others' lives unpleasant.
Ne tatsız bir sürpriz!
- What an unpleasant surprise!
Kız kardeşinle çok antipatik olma, Tom.
- Don't be so unpleasant with your sister, Tom.
2003: It is unlikely that anyone with significant knowledge of the Army or the late unpleasantness in Southeast Asia, upon reading these two sentences, would respond other than with a scatological barnyard expletive or some more genteel utterance representing the same level of acceptance. — Zane E. Finkelstein (referring to the Vietnam War).