There is a small garden in front of my house.
- Evimin önünde ufak bir bahçe var.
Tom was born in a small town not too far from Boston.
- Tom, Boston'dan çok uzak olmayan ufak bir kentte doğdu.
He made a little statue out of soft clay.
- O yumuşak kilden ufak bir heykel yaptı.
There is little hope that he will succeed.
- Onun başarılı olacağına dair ufak bir umut var.
Tom was involved in a minor accident.
- Tom ufak bir kazaya karıştı.
Don't worry about the minor details.
- Ufak detaylar hakkında endişelenme.
I am grudged even the least bit of happiness.
- En ufak mutluluk bile bana çok görülüyor.
Tom is petty, isn't he?
- Tom ufak tefek, değil mi?
Without the slightest doubt, the dream was a memory from a previous life.
- En ufak bir şüphe olmadan, rüya daha önceki hayattan bir hatıraydı.
I haven't the slightest idea.
- En ufak bir fikrim bile yok.