making customer buy one thing to get another.
Saçımı bir atkuyruğu bağlamak için bir kurdele kullandım.
- I used a ribbon to tie my hair into a ponytail.
Ayakkabılarımı bağlamak için çömeldim.
- I knelt down to tie my shoes.
Bilimciler dünya'nın tarihi boyunca, sıcaklık ve havadaki CO2 seviyelerinin yakından bağlantılı olduğunu öğrendiler.
- Scientists have learned that, throughout Earth's history, temperature and CO2 levels in the air are closely tied.
İki ulusun güçlü ticaret bağlantısı var.
- The two nations have strong trade ties.
O çocuk ayakkabılarını güçlükle bağlayabildi.
- That child could barely manage to tie his shoes.
Ben çok iyi bir fiyonk bağlayamam.
- I can't tie a very good knot.
O kırmızı kravat takım elbisene uymuyor-Niçin yeşil olanını takmıyorsun?
- That red tie doesn't go with your suit. Why don't you wear the green one?
Tom, Cumalar hariç, çalışmak için her zaman kravat takar.
- Tom always wears a tie to work, except on Fridays.
Tom bana bir kare düğümü nasıl bağlayacağımı öğretti.
- Tom taught me how to tie a square knot.
Tom kare bir düğüm bağlamayı öğrenmek istediğini söyledi.
- Tom said he wanted to learn how to tie a square knot.
Tek bir şirkete bağlanmak istemiyorum.
- I don't want to be tied to one company.
Bürokratlar dev şirketler ile sağlam bağları sürdürürler.
- The bureaucrats maintain solid ties with the gigantic corporations.
Onlar hırsızı ağaca bağladılar.
- They tied the thief to the tree.
Tie a knot in this rope for me, please.
He tied me for third place.
They tied for third place.
Tie your shoes.
The FA Cup third round tie between Liverpool and Cardiff was their first meeting in the competition since 1957.
Tie him to the tree.