Tom saw Mary and John holding hands.
- Tom, Mary ve John'un el tutuştuğunu gördü.
Tom saw John and Mary holding hands.
- Tom, John ve Mary'yi el ele tutuşurlarken gördü.
Wooden houses catch fire easily.
- Ahşap evler kolayca tutuşurlar.
He held his breath while watching the match.
- Maçı izlerken nefesini tuttu.
He held a pen in his hands.
- O, elinde bir kalem tutuyor.
They fixed the sign to the wall.
- Onlar tabelayı duvara tutturdular.
This diamond costs a fortune.
- Bu elmas servet tutar.
How much does a beer cost?
- Bir bira ne kadar tutar?
Tom can't hold down a job. He's always getting fired.
- Tom bir mesleği tutamaz. O her zaman kovuluyor.
I barely restrained myself from vomiting.
- Kusmamak için kendimi zar zor tuttum.
Hold the vase with both hands.
- Vazoyu iki elinle tut.
You're holding my hand in the photo.
- Fotoğrafta elimi tutuyorsun.
I barely restrained myself from vomiting.
- Kusmamak için kendimi zar zor tuttum.
He could no longer restrain himself.
- O artık kendini tutamadı.
We had to retain a lawyer.
- Biz bir avukat tutmak zorunda kaldık.
Tom and Mary's new puppy chews up everything he can get hold of, including Tom's new slippers.
- Tom ve Mary'nin yeni köpeği, Tom'un yeni terlikleri de dahil olmak üzere, elinde tuttuğu her şeyi çiğnemektedir.
Sami tried to get hold of his brother.
- Sami erkek kardeşini tutmaya çalıştı.
The fat woman was holding a monkey.
- Şişman kadın bir maymun tutuyordu.
He was holding a large box in his arms.
- O, kollarında büyük bir kutu tutuyordu.
Tom couldn't hold back his anger.
- Tom öfkesini tutamadı.
You have to hold back.
- Kendini tutmak zorundasın.
The police held back the crowd.
- Polisler kalabalığı geride tuttu.
The police held back the protesters.
- Polis protestocuları geri tuttu.
Reason promises us its support, but it does not always keep its promise.
- Sebep bize destek sözü verir ancak her zaman sözünü tutmaz.