Geri dönmek zorundayız.
- We have to turn back.
Geri dönmek için çok geç.
- It's too late to turn back.
Robert o kadar meşguldu ki golf oynamak için bir daveti geri çevirmek zorunda kaldı.
- Robert was so busy he had to turn down an invitation to play golf.
Sözleri işlere çevirmek zorundasın.
- You have to turn words into deeds.
Direksiyonu döndürmek arabayı döndürür.
- Turning the steering wheel makes the car turn.
Mart 1841 sonlarına doğru onun soğuk algınlığı pnömoniye dönüştü.
- Late in March 1841, his cold turned into pneumonia.
Tom çoğunlukla dönüş sinyalini kullanmayı unutur.
- Tom often forgets to use his turn signal.
Jane sırası geldiğinde, ve sırasını kaçırdığında çok sinirlenir.
- Jane got too nervous when her turn came, and she blew her lines.
Sonunda onun sırasıydı.
- It was her turn at last.
Yaprakların rengi değişmeye başladı.
- The leaves have begun to turn.
Yüzyılın dönümünde çocuklar hâlâ fabrikalarda çalışıyordu.
- At the turn of the century, children still worked in factories.
İlk İletişim, insanlık tarihinde en önemli dönüm noktası oldu.
- First Contact became the most important turning point in human history.
Radyoyu açmak için butona bastım.
- I pressed the button to turn the radio on.
Haberleri açmak istemiyorum.
- I don't want to turn on the news.
Gelmek için söz verdiği halde Bay Smith henüz dönmedi.
- Mr Smith has not turned up yet though he promised to come.
Sana sağa dönmeni emrediyorum
- I order you to turn right.
Dışarı çıkmadan önce gazın kapatıldığından emin olmak için kontrol etmeyi unutma.
- Remember to check to make sure the gas has been turned off before you go out.
Tom, 24 yaşını doldurmadan önce üniversiteden mezun olmak istiyor.
- Tom wants to graduate from college before he turns 24 years old.
Nöbetleşe çocuklarımıza baktık.
- We took care of our children by turns.
Atlarımıza nöbetleşe baktık.
- We took care of our horses by turns.
18 yaşına girmek için sabırsızlanıyorum.
- I can't wait turning 18.
Hepsi Tom'a bakmak için döndü.
- They all turned to stare at Tom.
Tom'a bakmak için onların hepsi döndü.
- They all turned to look at Tom.
Laura son dakikada sadece arkasını dönmek ve kaçmak için yaklaşıyor numarası yaptı.
- Laura pretended to get closer, only to turn around and run away at the last minute.
Onun yardımı reddetmekle hata yaptın.
- You were wrong to turn down his help.
Maalesef seni reddetmek zorundayım.
- I'm afraid I have to turn you down.
Bu gece akşam yemeği yapmak için kimin sırası?
- Whose turn is it to make dinner tonight?
Kahve yapmak için kimin sırası?
- Whose turn is it to make the coffee?
Gelmek için söz verdiği halde Bay Smith henüz dönmedi.
- Mr Smith has not turned up yet though he promised to come.
O gelmek için söz verdi, ama henüz dönmedi.
- He promised to come, but hasn't turned up yet.
O, bu elbiseyi giydiği zaman beni heyecanlandırır.
- He turns me on when he wears those clothes.
O, aşkını heyecanlandırdı.
- She turned on her lover.
Simyacılar kurşunu altına dönüştürmek istediler.
- The alchemists wanted to turn lead into gold.
Direksiyonu döndürmek arabayı döndürür.
- Turning the steering wheel makes the car turn.
Öğretmenler onun eşek şakasını öğrendikten sonra genç büyücü kadına Tom'u tekrar bir insana döndürmesi buyruldu.
- The young sorceress was ordered to turn Tom back into a human, after the teachers learned of her prank.
Beklenenin tersine geri dönmedi.
- She did not turn up after all.
Muhtaç arkadaşlarına asla sırtını dönmez.
- He never turns his back on a friend in need.
Tom şeylerin bu şekilde ortaya nasıl çıktığını bilmiyor.
- Tom doesn't know how things turned out this way.
Şaşırtıcı şekilde, onun bir hırsız olduğu ortaya çıktı.
- Surprisingly enough, he turned out to be a thief.
When I asked him for the money, he turned nasty.
I felt that the man was of a vindictive nature, and would do me an evil turn if he found the opportunity.
They quote a three-day turn on parts like those.
The hillside behind our house isn't generally much to look at, but once all the trees turn it's gorgeous.
He turned into a monster every full moon.
Turn the bed covers.
turn on the spot.
They took turns playing with the new toy.
It was fortunate for his comfort, perhaps, that the man who had been chosen to accompany him was of a talkative turn, for the prisoners insisted upon hearing the story of the explosion a dozen times over, and Rufus Dawes himself had been roused to give the name of the vessel with his own lips.
Give the handle a turn, then pull it.
This milk has turned; it smells awful.
She took a turn for the worse.
Turn right here.
Then you must know as well as the rest of us that there was something queer about that gentleman--something that gave a man a turn--I don't know rightly how to say it, sir, beyond this: that you felt in your marrow kind of cold and thin..