Yaşlı adam acı bir şekilde gülmeye başladı.
- The old man started to laugh sadly.
Film öyle acıklı idi ki herkes ağladı.
- The movie was so sad that everybody cried.
Film öyle acıklı idi ki herkes ağladı.
- The movie was so sad that everybody cried.
Ne kadar hüzünlü ve acıklı!
- How sad and pathetic!
Bu öylesine hüzünlü bir hikaye.
- This is such a sad story.
Bana böyle hüzünlü bakma.
- Don't give me such a sad look.
Onun hüzünlü hikayesi kalbime dokundu.
- His sad story touched my heart.
O, hüzünle gülümseyerek konuşmaya başladı.
- Smiling sadly, she began to talk.
Onun yüzünde kalan üzüntü işaretini gördüm.
- I saw the mark of sadness that had remained on her face.
Chris, Beth'in değerli kol saatini bulamadığını duyduğunda üzüntüsünü gizleyemedi.
- Chris could not conceal his sadness when he heard that Beth had been unable to find his valuable watch.
tristhio-dimethyl-benzaldehyde, {C6H3(CH3)2CHS}3.