Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.
- Karam is the best student in the whole school.
Tom bütün gününü yatakta okuyarak geçirdi.
- Tom spent the whole day reading in bed.
Bu pencere tüm şehre bakıyor.
- This window overlooks the whole city.
O, yarışı birinci bitirdiğinde, tüm ülke için bir zaferdi.
- It was a victory for the whole country when he finished first in the race.
O, bir şişe sütü tamamen içti.
- He drank a whole bottle of milk.
Tamamen yeni bir dünya.
- It's a whole new world.
Bütün, parçaların toplamından daha büyüktür.
- The whole is greater than the sum of the parts.
Tüm insanlar sağlıklı ve kültürlü yaşam minimum standartlarını koruma hakkına sahip olacaktır.
- All people shall have the right to maintain the minimum standards of wholesome and cultured living.
Yağlar gibi komple bir yiyecek grubunu kesmeyi çok sağlıklı bulmuyorum.
- I don't think it's very healthy to cut out whole groups of foods like fats.
Bütün toplum bu planın arkasında.
- The whole community is behind this plan.
Gruplar ya küçük bir toplulukla ya da tüm dünya ile bir ilgi paylaşmak için iyi bir yoldur.
- Groups are a good way to share an interest with either a small community or the whole world.