Almanca konuşmak istiyorum.
- I want to speak German.
İngilizce konuşmak kolay değildir.
- Speaking English isn't easy.
Teknoloji hızla değişir demek bilinen gerçeği dile getirmektir.
- To say that technology changes rapidly is to utter a truism.
O mutlak bir felaketti.
- It was an utter disaster.
O tam ve mutlak bir zaman kaybıydı.
- It was a complete and utter waste of time.
Açıkça söylemek gerekirse, seninle aynı fikirde değilim.
- Frankly speaking, I don't agree with you.
Genel olarak söylemek gerekirse, oğlanlar kızlardan daha hızlı koşabilirler.
- Generally speaking, boys can run faster than girls.
İngilizce konuşabiliyor musun?
- Can you speak English?
Japonca konuşamıyorum.
- I don't speak Japanese.
İletişim kurmak için bir anadil konuşuru gibi ses çıkarmak zorunda değilsin.
- You don't have to sound like a native speaker in order to communicate.
Bir dil ne kadar çok ülkede konuşulursa, yerli konuşanı gibi ses çıkarmak o kadar daha az önemlidir, çünkü o dilin konuşanları değişik lehçeler duymaya alışkındır.
- The more countries a language is spoken in, the less important it is to sound like a native speaker, since speakers of that language are accustomed to hearing various dialects.
Utangaç erkek çocuğu onun varlığında tamamen sıkıldı.
- The shy boy was utterly embarrassed in her presence.
Bir ayda işi tamamen bitirmek imkansız.
- It is utterly impossible to finish the work within a month.
Teknoloji hızla değişir demek bilinen gerçeği dile getirmektir.
- To say that technology changes rapidly is to utter a truism.
Tom son derece şaşırmış görünüyor.
- Tom looks utterly confused.
Teniste doksanlı nesil şimdiye kadar son derece başarısız oldu, kızgın hayranlar söylüyor.
- The nineties generation in tennis has been utterly useless so far, exasperated fans say.
O, hem İngilizceyi hem de Fransızcayı çok iyi konuşabilmektedir.
- He can speak both English and French very well.
Taro niçin çok iyi şekilde İngilizce konuşabilmektedir?
- Why can Taro speak English so well?
Tom Fransızca konuşabilip konuşamayacağımı bilmek istedi.
- Tom wanted to know if I could speak French.
Ben sadece nasıl Fransızca konuşacağımı bilmek istiyorum.
- I just wish I knew how to speak French.
Bir ayda işi tamamen bitirmek imkansız.
- It is utterly impossible to finish the work within a month.
O, tamamen aşağılanmış hissetti.
- He felt utterly humiliated.
And they will deceive every one his neighbour, and will not speak the truth: they have taught their tongue to speak lies, and weary themselves to commit iniquity.
A group of black guys were spitting rhymes in the corner, slapping hands and egging one another on.
Sally is uttering some fairly strange things in her illness.
Sally's car uttered a hideous shriek when she applied the brakes.
This is utter nonsense!.
Don't you utter another word!.
Wo be to you scrybes and pharises ypocrites, for ye make clene the utter side off the cuppe, and off the platter: but within they are full of brybery and excesse.
So whan he com nyghe to hir, she bade hym ryde uttir – ‘for thou smellyst all of the kychyn.’.