Kızarmaktan kendimi alamadım.
- I couldn't help blushing.
Tom kızarmaktan kendini alamadı.
- Tom couldn't help blushing.
Çay içerken kırmızı ( koyu kırmızı; kıpkırmızı) patates yemeyi severim.
- I eat red (dark red; crimson) potatoes while drinking tea.
Çay içerken kırmızı ( koyu kırmızı; kıpkırmızı) patates yemeyi severim.
- I eat red (dark red; crimson) potatoes while drinking tea.
İlk bakışta, Tom'un önerisi mümkün görünüyordu.
- At first blush, Tom's suggestion seemed feasible.
Ben utançla kızardım.
- I blushed with shame.
Bana öyle bakmayı kes, beni utandıracaksın.
- Stop looking at me like that, you'll make me blush.
Tom kızarmaktan kendini alamadı.
- Tom couldn't help blushing.
İnsan yüzü kızaran tek hayvandır. Ya da kızarması gereken.
- Man is the only animal that blushes. Or needs to.
After mentioning her ex boyfriend, she started to go red.
A blush of boys.
blush colour:.
Gerty MacDowell bent down her head and crimsoned at the idea of Cissy saying an unladylike thing like that out loud she'd be ashamed of her life to say, flushing a deep rosy red, and Edy Boardman said she was sure the gentleman opposite heard what she said. But not a pin cared Ciss.