to be just

listen to the pronunciation of to be just
İngilizce - Türkçe

to be just teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı

just
sadece

Yaz tatili sırasında sadece dinleneceğim. - I'm just going to rest during the summer vacation.

Biletler, alındığı gün de dahil olmak üzere sadece iki gün geçerlidir. - Tickets are valid for just two days, including the day they are purchased on.

just
adil

Onun payını ödememiz adildir. - It is just that we should pay his share.

Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır. - Everyone has the right to work, to free choice of employment, to just and favourable conditions of work and to protection against unemployment.

just
yalnızca

Bu yalnızca onun şemsiyesi olmalı. - This just has to be his umbrella.

Hayır, teşekkürler. Yalnızca bakıyorum. - No, thank you. I'm just looking.

just
henüz

Henüz ne diyeceğimi bilmiyorum. - I just don't know what to say.

Eğer henüz yemek yediysen, yüzmesen iyi olur. - You'd better not swim if you've just eaten.

just
adaletli

Ben onu adaletli yapamam. - I can't do it justice.

Biz o konuda her iki tarafa adaletli davranmalıyız. - We should do justice to both sides on that issue.

just
{s} makul

Açıklama makul geliyor ama bu sadece tutarlı değil. - Your explanation sounds plausible, but it just doesn't hold water.

Bence, sigara karşıtı yasa makul. - The anti-smoking law is just, in my opinion.

just
az önce

Şanslı bir ruh seni terk ettiği zaman, bir başkası seni alır.Ben az önce bir iş sınavını geçtim. - When one lucky spirit abandons you another picks you up. I just passed an exam for a job.

Ann raporunu yazmayı az önce bitirdi. - Ann has just finished writing her report.

just
{s} iyi

O, tam senin gibi, iyi bir golfçü. - He, just like you, is a good golfer.

Maskeler sarı kum tozunu,polenlerden dahada küçük,ne kadar iyi engelleyebilir?Sanırım o polenden oldukça daha fazla bir baş belasıdır. - Just how well can masks block the, even smaller than pollen, yellow sand dust? I think it much more of a nuisance than pollen.

just
{s} haklı

Sadece haklı olduğumdan emin olmak istedim. - I just wanted to make sure I was right.

Sadece haklı olabilirsin. - You might just be right.

just
tam

Dükkan tiyatronun tam karşısında. - The store is just across from the theater.

Aptal! Seni sevdiğini söylediğinde dürüst olmuyor. Hâlâ anlamadın mı? O, tam bir altın arayıcısı. - Idiot! She's not being honest when she says she loves you. Haven't you figured it out yet? She's just a gold digger.

just
{s} doğru

Tom tam doğru zamanda geldi. - Tom arrived at just the right moment.

Ümit; bir saat önce bitirdiğin çikolatalı çörek kutusunun sihirle tekrar dolup dolmadığını kontrol etmek için çılgın bir adam gibi birdenbire mutfağa doğru koştuğundadır. - Hope is when you suddenly run to the kitchen like a mad man to check if the empty chocolate cookie box you just finished an hour ago is magically full again.

just
{s} insaflı
just
sade

Yaz tatili sırasında sadece dinleneceğim. - I'm just going to rest during the summer vacation.

Biletler, alındığı gün de dahil olmak üzere sadece iki gün geçerlidir. - Tickets are valid for just two days, including the day they are purchased on.

just
{s} yerinde

Bence Tom'un öfkesi sadece bir savunma mekanizması; Yerinde olsam şahsen bunu kabul etmezdim. - I think Tom's anger is just a defense mechanism; I wouldn't take it personally if I were you.

Ben onu ararken sadece bir dakika yerinde kal. - Just stay put for a minute while I look for him.

just
{s} mantıklı

O artık mantıklı değil. - It just doesn't make sense anymore.

Sadece bana mantıklı gelmiyor. - That just doesn't make sense to me.

just
gücü gücüne
just
zar zor

Tom testi sadece zar zor geçti. - Tom just barely passed the test.

Tom kirayı ödemek için yeterli parayı zar zor kazanmayı başardı. - Tom just barely managed to earn enough money to pay the rent.

just
haksever
just
güç bela
just
tamı tamına
just
darı darına
just
şunun surasında
just
(Muzik) doğru kusursuz
just
güçlükle

Testi güçlükle geçmeyi başardı. - He just barely managed to pass the test.

Tom geçinmek için güçlükle yeterince kazanıyor. - Tom just barely earns enough to live on.

just
(Osmanlıca) hakşinas
just
güçbela

Ben kimim? Ben bir şairim. Ne yapıyorum? Yazıyorum. Nasıl yaşıyorum? Güçbela yaşıyorum. - Who am I? I am a poet. What do I do? I write. How do I live? I just live.

just
hakkaniyete uygun
just
demin
just
zorla
just
hemen

Tom hemen her şeyi yiyebilir. - Tom can eat just about anything.

Tom'un Boston'un hemen dışında küçük bir çiftliği var. - Tom has a small farm just outside of Boston.

just
bir
just
neredeyse

Burada işimiz neredeyse bitmek üzere. - We're just about finished here.

Senin bu iş planı neredeyse çok iyimser görünüyor. Bütün söyleyebileceğim onun bir boş hayalden daha fazlası olduğunu ummamdır. - This business plan of yours seems almost too optimistic. All I can say is I hope it's more than just wishful thinking.

just
biraz önce

Biraz önce sana söylediğimi unut. - Forget what I have just told you.

Güneş biraz önce battı. - The sun just went down.

just
yeni

Tom aldığı eski gitara yeni teller taktı. - Tom put new strings on the old guitar that he had just bought.

Tom satın aldığı yeni masa örtüsünü masaya koydu. - Tom put the new tablecloth he had just bought on the table.

just
anca

Barış şiddetin yokluğu değildir ancak adaletin varlığıdır. - Peace is not the absence of violence but the presence of justice.

Tom sadece arkadaş olmak istedi. Ancak, Mary çok daha fazlasını istedi. - Tom wanted to be just friends. However, Mary wanted much more.

just
tastamam
just
şimdi

Şimdi dışarıya gelmen ve o tür bir şey söylemen yangına körükle gitmek olur. - For you to come out and say that kind of thing now would just be pouring oil on the fire.

Küçük ev, şimdiye kadar tıpkı altındaki kadar iyi olmasına rağmen,eski püskü görünmeye başladı. - The small house had come to look shabby, though it was just as good as ever underneath.

just
dürüst

Aptal! Seni sevdiğini söylediğinde dürüst olmuyor. Hâlâ anlamadın mı? O, tam bir altın arayıcısı. - Idiot! She's not being honest when she says she loves you. Haven't you figured it out yet? She's just a gold digger.

Biz sadece dürüst oluyoruz. - We were just being honest.

be just
Tıpkı

Büyüyünce tıpkı babam gibi olmak istiyorum. - When I grow up, I want to be just like my father.

just
{s} net

Sadece net bir cevap istiyorum. Daha fazla bir şey değil. - I just want a straight answer. Nothing more.

just
(İnşaat) henüz, hemen, ancak K
just
tam anlamıyla

Yeni şapkana tam anlamıyla bayılıyorum. - I just adore your new hat.

Her şey tam anlamıyla önceki gibi. - Everything's just like before.

just
tek kelimeyle

Tom tek kelimeyle iyi yönetiyor. - Tom has been managing just fine.

Tek kelimeyle harika görünüyor. - It looks just perfect.

just
justnesshak
just
the just iyiler justly adaletle
just
{s} berrak
just
kıl payı

Tom kıl payı treni kaçırdı. - Tom just missed the train.

just
adil/yerinde
just
haktanır
just
adalet

Bu figürün Marilyn Monroe'yu temsil ettiği varsayılır, ama onun adaletini temsil ettiğini sanmıyorum. - This figure is supposed to represent Marilyn Monroe, but I don't think it does her justice.

Bu ülkede adalet biraz çifte standartlıdır: fakirlerin adaleti ve zenginlerin adaleti. - Justice in this country is a bit of a double standard: there is the justice of the poor and the justice of the rich.

just
haklılık
just
haklı olarak
just
hemen/tam olarak/sadece
just
dürüstlük
just
yine de

Yolculuğumuz; uzun, çetin ve tehlikeliydi. Yine de evlerimize sağ salim döndüğümüz için mutluyuz. - Our trip was long, difficult and dangerous. We're just happy to be back home in one piece.

Henüz sabahın beşiydi ama yine de aydınlıktı. - It's just five in the morning, but nevertheless it is light out.

just
hak ve adalete uygunluk
just
az kalsın
just
yalnız

Bu yalnızca onun şemsiyesi olmalı. - This just has to be his umbrella.

Sadece yalnız bırakılmak istediler. - They just wanted to be left alone.

just
tam: just across from us tam karşımızda. just at that spot tam o noktada. just in time tam vaktinde. That's just what I've been looking
just
doğruluk
just
ancak

Richter ölçeğine göre büyüklüğü 5.0'ı aşan beş sarsıntı sadece bu hafta Japonya sarstı, ancak bilim adamları beklenen en büyük artçının henüz vurmadığı konusunda uyarıyorlar. - Five tremors in excess of magnitude 5.0 on the Richter scale have shaken Japan just this week, but scientists are warning that the largest expected aftershock has yet to hit.

Tom sadece arkadaş olmak istedi. Ancak, Mary çok daha fazlasını istedi. - Tom wanted to be just friends. However, Mary wanted much more.

İngilizce - İngilizce

to be just teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı

just
Only, simply, merely

He calls it vermillion, but it's just red to me.

just
factually fair; correct; proper

It is a just assessment of the facts.

just
morally fair; upright; righteous, equitable

It looks like a just solution at first glance.

just
By a narrow margin; closely; nearly

The piece just might fit.

just
A joust, tournament
just
exactly, perfectly

He wants everything just right for the big day.

just
To joust, fight a tournament
just
absolutely; "I just can't take it anymore"; "he was just grand as Romeo"; "it's simply beautiful!"
just
adj [only] hanya
just
at this moment; exactly, precisely; almost; only, merely, simply, nothing more; barely, scarcely; really
just
indicating exactness or preciseness; "he was doing precisely (or exactly) what she had told him to do"; "it was just as he said--the jewel was gone"; "it has just enough salt"
just
by a small margin; "they could barely hear the speaker"; "we hardly knew them"; "just missed being hit"; "had scarcely rung the bell when the door flew open"; "would have scarce arrived before she would have found some excuse to leave"- W B Yeats
just
used especially of what is legally or ethically right or proper or fitting; "a just and lasting peace"- A Lincoln; "a kind and just man"; "a just reward"; "his just inheritance"
just
implying justice dictated by reason, conscience, and a natural sense of what is fair to all; "equitable treatment of all citizens"; "an equitable distribution of gifts among the children"
just
and nothing more; "I was merely asking"; "it is simply a matter of time"; "just a scratch"; "he was only a child"; "hopes that last but a moment"
just
{n} a mock fight made on horseback, a tilt
just
{a} exactly, really, merely, barely, nearly
just
{a} upright, incorrupt, honest, exact, orderly
Just
Aristides the Just Haüy René Just James the Just just war theory just in time manufacturing Saint Just Louis Antoine Léon de
just
Lincoln; "a kind and just man"; "a just reward"; "his just inheritance" only a moment ago; "he has just arrived"; "the sun just now came out" absolutely; "I just can't take it anymore"; "he was just grand as Romeo"; "it's simply beautiful!
just
Conforming or conformable to rectitude or justice; not doing wrong to any; violating no right or obligation; upright; righteous; honest; true; said both of persons and things
just
only a moment ago; "he has just arrived"; "the sun just now came out"
just
{s} fair, equitable; correct; suitable, appropriate, proper; deserved; exact, precise; genuine, real
just
Lincoln; "a kind and just man"; "a just reward"; "his just inheritance"
just
used especially of what is legally or ethically right or proper or fitting; "a just and lasting peace"- A
just
Moments ago, recently
just
Fair; even; equitable
just
Cause - A standard or test often applied to determine the appropriateness of disciplinary action The factors that may be considered in determining just cause include but are not limited to: 1 Forewarning; 2 Reasonableness of the rule or standard which was violated; 3 Whether or not there was a supervisory investigation to verify student employee culpability and to verify the circumstances of the violation; 4 establishment of proof at a level consistent with the disciplinary action being taken; 5 prior consistent enforcement of the rule or standard which has been violated; 6 disciplinary action proportional to the offense
just
of moral excellence; "a genuinely good person"; "a just cause"; "an upright and respectable man"; "the life of the nation is secure only while the nation is honest, truthful, and virtuous"- Frederick Douglass
just
Closely; nearly; almost
just
absolutely; "I just can't take it anymore"; "he was just grand as Romeo"; "it's simply beautiful!
just
Precisely; exactly; in place, time, or degree; neither more nor less than is stated
just
"1 a : having a basis in or conforming to reason"
just
Rendering or disposed to render to each one his due; equitable; fair; impartial; as, just judge
just
A joust
just
To joust
just
jis, legal
just
Barely; merely; scarcely; only; by a very small space or time; as, he just missed the train; just too late
just
free from favoritism or self-interest or bias or deception; or conforming with established standards or rules; "a fair referee"; "fair deal"; "on a fair footing"; "a fair fight"; "by fair means or foul"
just
{i} joust, battle between two knights on horseback
just
Not transgressing the requirement of truth and propriety; conformed to the truth of things, to reason, or to a proper standard; exact; normal; reasonable; regular; due; as, a just statement; a just inference
to be just

    Türkçe nasıl söylenir

    tı bi cîst

    Telaffuz

    /tə bē ʤəst/ /tə biː ʤɪst/

    Videolar

    ... created a scrolling widget for Honeycomb, you can upgrade it to be resizable with just ...
    ... were just a kid. ...