Bu konuda Tom'la anlaşmak zorunda kaldık.
- I've got to agree with Tom on this one.
Anlaşmak için onu ikna etmeye çalışmak işe yaramaz.
- It is useless to try to persuade him to agree.
Bu konuda Tom'la anlaşmak zorunda kaldık.
- I have to agree with Tom on this one.
Bu konuda Tom'la anlaşmak zorunda kaldık.
- I've got to agree with Tom on this one.
Tom'un kabul etmekten başka hiç bir seçeneği olmayacak.
- Tom will have no choice but to agree.
Onun planını kabul etmekten başka seçenek yoktur.
- There is no choice but to agree to his plan.
Onlarla aynı fikirde olmak zorundayım.
- I have to agree with them.
Burada Tom'la aynı fikirde olmak zorundayım.
- I've got to agree with Tom here.
Sıfatın ismiyle uyuşmak zorunda olduğunu unutma.
- Don't forget that the adjective must agree with its noun.
Başkan Roosevelt yardım etmeyi kabul etti.
- President Roosevelt agreed to help.
Birlikte çalışmayı kabul ettiler.
- They agreed to work together.
Tom katılmak için anlaştı.
- Tom has agreed to attend.
Korkarım Tom'un analizlerine katılmak zorundayım.
- I'm afraid I have to agree with Tom's analysis.
Bizim planımız için uygun musun?
- Are you agreeable to our plan?
Onu başkan olarak seçmeyi uygun buldular.
- They agreed to elect him as president.
Toplanalım ve onu tartışalım.
- Let's get together and talk it over.
Ne zaman toplanabiliriz?
- When can we get together?
Bu hafta sonu buluşmak ister misin?
- Do you want to get together this weekend?
Daha sonra buluşmak istiyor musunuz?
- Do you want to get together later?
Bill ve John konuşmak için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.
- Bill and John like to get together once a month to talk.
Bill ve John sohbet etmek için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.
- Bill and John like to get together once a month to chat.
Ben prensip olarak yasağa katılıyorum fakat uygulamada oldukça zor olacak.
- I agree with the ban in principle, but in practice it will be extremely difficult.
Onun planına katılıyorum.
- I agree with his plan.
Buradaki iklim bana iyi gelmiyor.
- The climate here doesn't agree with me.
Tom Mary'nin önerilerinin iyi olanlar olduğunu kabul etti.
- Tom agreed that Mary's suggestions were good ones.
Biz indirim oranı üzerinde mutabık kaldık.
- We have agreed on the rate of discount.
Biz neredeyse hiçbir şeyde mutabık kalmayız.
- We hardly ever agree on anything.
the picture does not agree with the original; the two scales agree exactly.
the same food does not agree with every constitution.
to agree to an offer, or to opinion.
Can we this quote? The more you agree together, the less hurt can your enemies do you. --Sir T. Browne.
... What I do agree with is that there's some regulations that ...
... But let's come back to something the president ' I agree on, which is the ' the key task ...