Ben istasyona kadar koşmak zorunda kaldım.
- I had to run to the station.
Tom'a yetişmek için koşmak zorunda kaldım.
- I had to run to catch up with Tom.
Tom geç kalmak istemiyor.
- Tom doesn't want to be late.
Tom amacının geç kalmak olmadığını söyledi.
- Tom said that he didn't mean to be late.
Sen bana göre her şeysin.
- You are everything to me.
O bana göre altı yıl kıdemli.
- She is senior to me by six years.
Tom Mary ile yeniden buluşmak için istekli.
- Tom is eager to meet Mary again.
Tom Mary ile yarın saat ikide parkta buluşmak zorunda.
- Tom has to meet Mary in the park tomorrow at 2:30.
Bir kuş olsam, sana uçabilirim.
- If I were a bird, I would have been able to fly to you.
Mayuko'yu sana tanıtmama izin ver.
- Allow me to introduce Mayuko to you.
Niçin geç kaldığını bize açıklamasını talep ettik.
- We demanded that he explain to us why he was late.
Avukat yeni yasayı bize açıkladı.
- The lawyer explained the new law to us.
Şüphesiz iyi bir fikir ama uygulamaya koymak zor.
- It's a good idea, to be sure, but it's hard to put it into practice.
O şüphesiz zengin ama onun çok akıllı olduğunu sanmıyorum.
- She is rich, to be sure, but I don't think she's very smart.
O ünlü bir adam, elbette ben ondan hoşlanmıyorum.
- He is a famous man, to be sure, but I don't like him.
O elbette toplantıdaydı ama uyuyordu.
- He was at the meeting, to be sure, but he was asleep.
Ne olacağını anladığından emin olmak istiyorum.
- I want to be sure you understand what's going to happen.
Hiç sorun çıkmayacağından emin olmak istiyorum.
- I want to be sure that there will be no problems.
O muhtemelen gelecektir.
- He is likely to come.
Hayalinin gerçekleşeceği gün kesin gelecek.
- The day is sure to come when your dream will come true.
Onun açıklaması tam isabetliydi.
- Her explanation was to the point.
Onun söylediği kısa ve isabetliydi.
- What he said was brief and to the point.
Onun konuşması tam yerindeydi.
- His speech was to the point.
Üzgünüm size yazmam uzun sürdü.
- Sorry it took me so long to write to you.
Ne yapılacağı size kalmış.
- What to do is up to you.
Tom bir ölçüde Fransızca konuşur.
- Tom speaks French to some extent.
Bir ölçüde Japonca konuşur.
- She speaks Japanese to some extent.
Bir dereceye kadar seninle aynı fikirdeyim.
- To some extent I agree with you.
Bir dereceye kadar bir kızak arabasını kontrol edebilirsiniz.
- To some extent, you can control the car in a skid.
Kansas'ı huzurlu tutmak için çok çalıştı.
- He had worked hard to keep Kansas peaceful.
Ayaklarımızı sıcak tutmak için ayaklarımızı yer değiştirmek ve hareket ettirmeye devam etmek zorunda kaldık.
- In order to keep our feet warm we had to shift from one foot to another and keep moving.
İnsanlar diğerlerine ön yargı ile bakmak eğilimindedir.
- People tend to look at others with bias.
Sabah güneşi bakmak için çok parlak.
- The morning sun is too bright to look at.
Tom Mary'yi severdi fakat yıllar önceydi.
- Tom used to love Mary, but that was years ago.
Tom Mary'yi severdi. Artık ona katlanamıyor.
- Tom used to love Mary. Now he can't stand her.
Onları özlemeyecek misin?
- Aren't you going to miss them?
Tom'u özlemeyecek misin?
- Aren't you going to miss Tom?
Bir yere kadar seni anlayabilirim.
- I can understand you to some extent.
Bir yere kadar seninle aynı fikirdeyim.
- I agree with you to some extent.
Onun sorunla başa çıkmak için yeterli deneyimi yoktu.
- He didn't have enough experience to cope with the problem.
Bugüne kadar Periyodik elementler tablosunda kaç element vardır?
- How many elements are there in the Periodic Table of Elements to date?
Bu kitap, bugüne kadar onun en iyi çabası.
- This book is his best effort to date.
Sipariş etmek istediğiniz şeye karar verdiniz mi?
- Have you decided what you want to order?
Tom pizza sipariş etmek isteyen tek kişi değil.
- Tom isn't the only one who wants to order a pizza.
Otel kasasına bir şeyler koymak istiyorum.
- I'd like to put some things in the hotel safe.
Arada sırada kendinizi başkasının yerine koymak iyidir.
- It's good to put yourself in someone else's place now and then.
İlk kek parçasını kime vereceksin?
- To whom will you give the first piece of cake?
Müfettiş kimin neyi kime, nerede, ne zaman ve niçin yaptığını bilmek istiyor.
- The investigator wants to know who did what to whom where, when, and why.
I gave the book to him.
His face was beaten to a pulp.
ten to ten = 9:50; We're going to leave at ten to (the hour).
We are walking to the shop.
If he hasn't read it yet, he ought to.
They drank to his health.
Three to the second is nine.
Please would you push the door to.
similar to ..., relevant to ..., pertinent to ..., I was nice to him, he was cruel to her, I am used to walking.
Odds are, BP to get new CEO this year.
Stay where you're to and I'll come find you, b'y.
To date, they have sold only 500 copies of the book.
Right now, out of four bicycles, that's two down and two to go.
I'd like two burgers, two small orders of fries and two shakes, to go.
J to the L-O.
Ten to the zero (1).
His letter was short and to the point.
That is what I want to know.
- That's what I want to know.
I'm glad to know you.
- I am glad to know you.
I'm very happy to see you.
- I am very happy to see you.
I'm very glad to see you.
- I am very happy to see you.