Hızlı koşmak zorunda değilsiniz.
- You do not have to run fast.
Tom otobüsü yakalamak için koşmak zorunda kaldı.
- Tom had to run to catch the bus.
Yalnız kalmak istiyorum.
- I don't like to be alone.
Tom'un niyeti o kadar geç kalmak değildi.
- Tom didn't mean to be so late.
Sen bana göre her şeysin.
- You are everything to me.
O bana göre iki yıl kıdemli.
- She is senior to me by two years.
Tom ve Mary, ertesi hafta yine orada buluşmak için karar verdi.
- Tom and Mary decided to meet there again the following week.
Tom Mary ile yarın saat ikide parkta buluşmak zorunda.
- Tom has to meet Mary in the park tomorrow at 2:30.
Bir kuş olsam, sana uçabilirim.
- If I were a bird, I would have been able to fly to you.
Bu kitap sana epey faydalı olabilir.
- This book may well be useful to you.
Niçin geç kaldığını bize açıklamasını talep ettik.
- We demanded that he explain to us why he was late.
Bay Hasimoto bize karşı adil.
- Mr. Hashimoto is fair to us.
Şüphesiz, o bir şoktu.
- It was a shock, to be sure.
Şüphesiz o iyi bir adam ama güvenilir değil.
- He is a good fellow, to be sure, but he isn't reliable.
O elbette toplantıdaydı ama uyuyordu.
- He was at the meeting, to be sure, but he was asleep.
O ünlü bir adam, elbette ben ondan hoşlanmıyorum.
- He is a famous man, to be sure, but I don't like him.
Ne olacağını anladığından emin olmak istiyorum.
- I want to be sure you understand what's going to happen.
Hiç sorun çıkmayacağından emin olmak istiyorum.
- I want to be sure that there will be no problems.
O muhtemelen gelecektir.
- He is likely to come.
O, bu gece benim evime gelecek.
- He is to come to my house tonight.
Onun konuşması kısa ve isabetliydi.
- His speech was short and to the point.
Cevabı çok isabetliydi.
- His answer is to the point.
Onun konuşması tam yerindeydi.
- His speech was to the point.
Siz sadece onu istemek zorundasınız ve o size verilecektir.
- You have only to ask for it and it will be given to you.
Bu iş için başvuruda bulunmak size kalmış.
- It is up to you to apply for the job.
Tom bir ölçüde Fransızca konuşur.
- Tom speaks French to some extent.
Tom Mary'nin sorununu bir ölçüde anlayabilir.
- Tom can understand Mary's problem to some extent.
Fadıl, bir dereceye kadar Leyla'ya olanlardan sorumluydu.
- Fadil was responsible to some extent to what happened to Layla.
Bir dereceye kadar seninle aynı fikirdeyim.
- To some extent I agree with you.
Lojban'ın geliştirilmesinde, dili ilk aşamasından beri tarafsız tutmak için çabalar tutarlı olarak yapılmıştır.
- In the development of Lojban, efforts were consistently made since the initial phase to keep the language culturally neutral.
Ayaklarımızı sıcak tutmak için ayaklarımızı yer değiştirmek ve hareket ettirmeye devam etmek zorunda kaldık.
- In order to keep our feet warm we had to shift from one foot to another and keep moving.
İngilizce bir kitap okurken bilmediğin her kelimeye sözlükten bakmak pek harika bir fikir değil.
- When you're reading an English book, it isn't a great idea to look up every word you don't know.
Her ikisi de dışarıya bakmak için pencereye gitti.
- Both of them went to the window to look outside.
Onu severdim fakat artık sevmiyorum.
- I used to love her, but not anymore.
Sevilmemek üzücüdür fakat sevememek çok daha üzücüdür.
- It is sad not to be loved, but it is much sadder not to be able to love.
Onu özlemeyecek misin?
- Aren't you going to miss her?
Kız arkadaşımı özlemeye başlıyorum.
- I'm beginning to miss my girlfriend.
Bir yere kadar seni anlayabilirim.
- I can understand you to some extent.
Bir yere kadar bu problemi anlayabilirim.
- I can understand this problem to some extent.
Onun sorunla başa çıkmak için yeterli deneyimi yoktu.
- He didn't have enough experience to cope with the problem.
Bu kitap, bugüne kadar onun en iyi çabası.
- This book is his best effort to date.
Bugüne kadar dokuz ülkeden daha fazlasını ziyaret ettim.
- I have visited more than nine countries to date.
Tom pizza sipariş etmek isteyen tek kişi değil.
- Tom isn't the only one who wants to order a pizza.
Sipariş etmek istediğiniz şeye karar verdiniz mi?
- Have you decided what you want to order?
İyi bir video kamera alır almaz, online koymak için videolar yapmaya başlayacağım.
- As soon as I can get a decent video camera, I'll start making videos to put online.
Otel kasasına bir şeyler koymak istiyorum.
- I'd like to put some things in the hotel safe.
Müfettiş kimin neyi kime, nerede, ne zaman ve niçin yaptığını bilmek istiyor.
- The investigator wants to know who did what to whom where, when, and why.
İlk kek parçasını kime vereceksin?
- To whom will you give the first piece of cake?
I gave the book to him.
His face was beaten to a pulp.
ten to ten = 9:50; We're going to leave at ten to (the hour).
We are walking to the shop.
If he hasn't read it yet, he ought to.
They drank to his health.
Three to the second is nine.
Please would you push the door to.
similar to ..., relevant to ..., pertinent to ..., I was nice to him, he was cruel to her, I am used to walking.
Odds are, BP to get new CEO this year.
Stay where you're to and I'll come find you, b'y.
To date, they have sold only 500 copies of the book.
Right now, out of four bicycles, that's two down and two to go.
I'd like two burgers, two small orders of fries and two shakes, to go.
J to the L-O.
Ten to the zero (1).
His letter was short and to the point.
I want to know who is coming with us.
- I want to know who's coming with us.
You're old enough to know better.
- You are old enough to know better.
I'm very glad to see you.
- I am very happy to see you.
I'm very happy to see you.
- I am very happy to see you.