Hızlı koşmak zorunda değilsiniz.
- You do not have to run fast.
Tom'a yetişmek için koşmak zorunda kaldım.
- I had to run to catch up with Tom.
Yalnız kalmak istiyorum.
- I don't like to be alone.
Tom'un niyeti o kadar geç kalmak değildi.
- Tom didn't mean to be so late.
Sen bana göre her şeysin.
- You are everything to me.
Bana göre bir anlamı yok.
- It doesn't make sense to me.
Tom Mary ile buluşmak için Boston'a gitti.
- Tom went to Boston to meet Mary.
Seninle gerçek hayatta buluşmak harikaydı.
- It was awesome to meet you in real life!
Mayuko'yu sana tanıtmama izin ver.
- Allow me to introduce Mayuko to you.
Sana hikayeyi kim anlattı?
- Who told the story to you?
Tom bize yazacağını söyledi.
- Tom said he would write to us.
Bay Hasimoto bize karşı adil.
- Mr. Hashimoto is fair to us.
Şüphesiz, o bir şoktu.
- It was a shock, to be sure.
Şüphesiz o iyi bir adam ama güvenilir değil.
- He is a good fellow, to be sure, but he isn't reliable.
O elbette toplantıdaydı ama uyuyordu.
- He was at the meeting, to be sure, but he was asleep.
O ünlü bir adam, elbette ben ondan hoşlanmıyorum.
- He is a famous man, to be sure, but I don't like him.
Tom'un ne yapması gerektiğini bildiğinden emin olmak istiyorum.
- I want to be sure Tom knows what he's supposed to do.
Ne olacağını anladığından emin olmak istiyorum.
- I want to be sure you understand what's going to happen.
O muhtemelen gelecektir.
- He is likely to come.
O muhtemelen gelecek.
- She is likely to come.
Onun açıklaması tam isabetliydi.
- Her explanation was to the point.
Cevabı çok isabetliydi.
- His answer is to the point.
Onun konuşması tam yerindeydi.
- His speech was to the point.
Üzgünüm size yazmam uzun sürdü.
- Sorry it took me so long to write to you.
Ne yapılacağı size kalmış.
- What to do is up to you.
Bir ölçüde Japonca konuşur.
- She speaks Japanese to some extent.
Tom Mary'nin sorununu bir ölçüde anlayabilir.
- Tom can understand Mary's problem to some extent.
Bir dereceye kadar ona güvenirim.
- I trust him to some extent.
Fadıl, bir dereceye kadar Leyla'ya olanlardan sorumluydu.
- Fadil was responsible to some extent to what happened to Layla.
Ekoloji dünyamızı güvende tutmak için çok önemlidir.
- Ecology is very important to keep our world safe.
Ayaklarımızı sıcak tutmak için ayaklarımızı yer değiştirmek ve hareket ettirmeye devam etmek zorunda kaldık.
- In order to keep our feet warm we had to shift from one foot to another and keep moving.
İngilizce bir kitap okurken bilmediğin her kelimeye sözlükten bakmak pek harika bir fikir değil.
- When you're reading an English book, it isn't a great idea to look up every word you don't know.
İnsanlar diğerlerine ön yargı ile bakmak eğilimindedir.
- People tend to look at others with bias.
Tom Mary'yi severdi. Artık ona katlanamıyor.
- Tom used to love Mary. Now he can't stand her.
Onu severdim fakat artık sevmiyorum.
- I used to love her, but not anymore.
Onları özlemeyecek misin?
- Aren't you going to miss them?
Tom'u özlemeyecek misin?
- Aren't you going to miss Tom?
Bir yere kadar seninle aynı fikirdeyim.
- I agree with you to some extent.
Bir yere kadar seni anlayabilirim.
- I can understand you to some extent.
Onun sorunla başa çıkmak için yeterli deneyimi yoktu.
- He didn't have enough experience to cope with the problem.
Bu kitap, bugüne kadar onun en iyi çabası.
- This book is his best effort to date.
Bugüne kadar dokuz ülkeden daha fazlasını ziyaret ettim.
- I have visited more than nine countries to date.
Şeyleri düzine ile sipariş etmek daha ucuzdur.
- It's cheaper to order things by the dozen.
Tom pizza sipariş etmek isteyen tek kişi değil.
- Tom isn't the only one who wants to order a pizza.
Onu bu hastaneye koymak gerekli değildir.
- It's not necessary to put him in the hospital.
Otel kasasına bir şeyler koymak istiyorum.
- I'd like to put some things in the hotel safe.
İlk kek parçasını kime vereceksin?
- To whom will you give the first piece of cake?
Müfettiş kimin neyi kime, nerede, ne zaman ve niçin yaptığını bilmek istiyor.
- The investigator wants to know who did what to whom where, when, and why.
I gave the book to him.
His face was beaten to a pulp.
ten to ten = 9:50; We're going to leave at ten to (the hour).
We are walking to the shop.
If he hasn't read it yet, he ought to.
They drank to his health.
Three to the second is nine.
Please would you push the door to.
similar to ..., relevant to ..., pertinent to ..., I was nice to him, he was cruel to her, I am used to walking.
Odds are, BP to get new CEO this year.
Stay where you're to and I'll come find you, b'y.
To date, they have sold only 500 copies of the book.
Right now, out of four bicycles, that's two down and two to go.
I'd like two burgers, two small orders of fries and two shakes, to go.
J to the L-O.
Ten to the zero (1).
His letter was short and to the point.
I'm glad to know you.
- I am glad to know you.
That is what I want to know.
- That's what I want to know.
I'm very happy to see you.
- I am very happy to see you.
I'm very glad to see you.
- I am very happy to see you.