Tom'a yetişmek için koşmak zorunda kaldım.
- I had to run to catch up with Tom.
Tom otobüsü yakalamak için koşmak zorunda kaldı.
- Tom had to run to catch the bus.
Sadece yalnız kalmak istediklerini söylediler.
- They said they only wanted to be left alone.
Yalnız kalmak istiyorum.
- I don't like to be alone.
O, bana göre üç yıl kıdemli.
- She is senior to me by three years.
O bana göre iki yıl kıdemli.
- She is senior to me by two years.
Tom Mary ile buluşmak için Boston'a gitti.
- Tom went to Boston to meet Mary.
Tom ve Mary, ertesi hafta yine orada buluşmak için karar verdi.
- Tom and Mary decided to meet there again the following week.
Mayuko'yu sana tanıtmama izin ver.
- Allow me to introduce Mayuko to you.
Sana hikayeyi kim anlattı?
- Who told the story to you?
Tom bize yazacağını söyledi.
- Tom said he would write to us.
Avukat yeni yasayı bize açıkladı.
- The lawyer explained the new law to us.
Şüphesiz iyi bir fikir ama uygulamaya koymak zor.
- It's a good idea, to be sure, but it's hard to put it into practice.
Şüphesiz o iyi bir adam ama güvenilir değil.
- He is a good fellow, to be sure, but he isn't reliable.
O elbette toplantıdaydı ama uyuyordu.
- He was at the meeting, to be sure, but he was asleep.
O ünlü bir adam, elbette ben ondan hoşlanmıyorum.
- He is a famous man, to be sure, but I don't like him.
Tom'un burada olmayı planladığından emin olmak istedim.
- I wanted to be sure Tom was planning to be here.
Hiç sorun çıkmayacağından emin olmak istiyorum.
- I want to be sure that there will be no problems.
O muhtemelen gelecektir.
- He is likely to come.
O, bu gece benim evime gelecek.
- He is to come to my house tonight.
Onun açıklaması tam isabetliydi.
- Her explanation was to the point.
Onun söylediği kısa ve isabetliydi.
- What he said was brief and to the point.
Onun konuşması tam yerindeydi.
- His speech was to the point.
Bu iş için başvuruda bulunmak size kalmış.
- It is up to you to apply for the job.
Siz sadece onu istemek zorundasınız ve o size verilecektir.
- You have only to ask for it and it will be given to you.
Bir ölçüde söylediklerine katılıyorum.
- I agree with what you say to some extent.
Tom bir ölçüde Fransızca konuşur.
- Tom speaks French to some extent.
Bir dereceye kadar seninle aynı fikirdeyim.
- To some extent I agree with you.
Bir dereceye kadar ona güvenirim.
- I trust him to some extent.
Tom öfkeyi kontrol altında tutmak için elinden geleni yaptı.
- Tom did his best to keep temper under control.
Ayaklarımızı sıcak tutmak için ayaklarımızı yer değiştirmek ve hareket ettirmeye devam etmek zorunda kaldık.
- In order to keep our feet warm we had to shift from one foot to another and keep moving.
İngilizce bir kitap okurken bilmediğin her kelimeye sözlükten bakmak pek harika bir fikir değil.
- When you're reading an English book, it isn't a great idea to look up every word you don't know.
Her ikisi de dışarıya bakmak için pencereye gitti.
- Both of them went to the window to look outside.
Tom Mary'yi severdi fakat yıllar önceydi.
- Tom used to love Mary, but that was years ago.
Sevilmemek üzücüdür fakat sevememek çok daha üzücüdür.
- It is sad not to be loved, but it is much sadder not to be able to love.
Kız arkadaşımı özlemeye başlıyorum.
- I'm beginning to miss my girlfriend.
Onu özlemeyecek misin?
- Aren't you going to miss her?
Bir yere kadar seninle aynı fikirdeyim.
- I agree with you to some extent.
Bir yere kadar seni anlayabilirim.
- I can understand you to some extent.
Onun sorunla başa çıkmak için yeterli deneyimi yoktu.
- He didn't have enough experience to cope with the problem.
Bugüne kadar dünyada kaç tane YouTube hesabı vardır?
- How many YouTube accounts are there in the world to date?
Bugüne kadar Periyodik elementler tablosunda kaç element vardır?
- How many elements are there in the Periodic Table of Elements to date?
Tom pizza sipariş etmek isteyen tek kişi değil.
- Tom isn't the only one who wants to order a pizza.
Bir pizza sipariş etmek istiyorum.
- I'd like to order a pizza.
Onu bu hastaneye koymak gerekli değildir.
- It's not necessary to put him in the hospital.
Tom'u hapishaneye koymak için yapmak zorunda olduğum her şeyi yapacağım.
- I'll do whatever I have to do to put Tom behind bars.
İlk kek parçasını kime vereceksin?
- To whom will you give the first piece of cake?
Müfettiş kimin neyi kime, nerede, ne zaman ve niçin yaptığını bilmek istiyor.
- The investigator wants to know who did what to whom where, when, and why.
I gave the book to him.
His face was beaten to a pulp.
ten to ten = 9:50; We're going to leave at ten to (the hour).
We are walking to the shop.
If he hasn't read it yet, he ought to.
They drank to his health.
Three to the second is nine.
Please would you push the door to.
similar to ..., relevant to ..., pertinent to ..., I was nice to him, he was cruel to her, I am used to walking.
Odds are, BP to get new CEO this year.
Stay where you're to and I'll come find you, b'y.
To date, they have sold only 500 copies of the book.
Right now, out of four bicycles, that's two down and two to go.
I'd like two burgers, two small orders of fries and two shakes, to go.
J to the L-O.
Ten to the zero (1).
His letter was short and to the point.
That is what I want to know.
- That's what I want to know.
You are old enough to know better.
- You're old enough to know better.
I am very glad to see you.
- I am very happy to see you.
I'm very glad to see you.
- I am very happy to see you.