Ben istasyona kadar koşmak zorunda kaldım.
- I had to run to the station.
Hızlı koşmak zorunda değilsiniz.
- You do not have to run fast.
Tom'un niyeti o kadar geç kalmak değildi.
- Tom didn't mean to be so late.
Yalnız kalmak istiyorum.
- I don't like to be alone.
O bana göre iki yıl kıdemli.
- She is senior to me by two years.
O, bana göre üç yıl kıdemli.
- She is senior to me by three years.
Tom Mary ile buluşmak için Boston'a gitti.
- Tom went to Boston to meet Mary.
Seninle gerçek hayatta buluşmak harikaydı.
- It was awesome to meet you in real life!
Sana hikayeyi kim anlattı?
- Who told the story to you?
Kanatlarım olsa, sana uçarım.
- If I had wings, I would fly to you.
Bay Hasimoto bize karşı adil.
- Mr. Hashimoto is fair to us.
Avukat yeni yasayı bize açıkladı.
- The lawyer explained the new law to us.
O şüphesiz zengin ama onun çok akıllı olduğunu sanmıyorum.
- She is rich, to be sure, but I don't think she's very smart.
Şüphesiz, o bir şoktu.
- It was a shock, to be sure.
O elbette toplantıdaydı ama uyuyordu.
- He was at the meeting, to be sure, but he was asleep.
O ünlü bir adam, elbette ben ondan hoşlanmıyorum.
- He is a famous man, to be sure, but I don't like him.
Ne olacağını anladığından emin olmak istiyorum.
- I want to be sure you understand what's going to happen.
Tom'un burada olmayı planladığından emin olmak istedim.
- I wanted to be sure Tom was planning to be here.
Hayalinin gerçekleşeceği gün kesin gelecek.
- The day is sure to come when your dream will come true.
O muhtemelen gelecektir.
- He is likely to come.
Onun açıklaması tam isabetliydi.
- Her explanation was to the point.
Cevabı çok isabetliydi.
- His answer is to the point.
Onun konuşması tam yerindeydi.
- His speech was to the point.
Siz sadece onu istemek zorundasınız ve o size verilecektir.
- You have only to ask for it and it will be given to you.
Üzgünüm size yazmam uzun sürdü.
- Sorry it took me so long to write to you.
Bir ölçüde Japonca konuşur.
- She speaks Japanese to some extent.
Tom bir ölçüde Fransızca konuşur.
- Tom speaks French to some extent.
Söylenti bir dereceye kadar doğru.
- The rumor is true to some extent.
Fadıl, bir dereceye kadar Leyla'ya olanlardan sorumluydu.
- Fadil was responsible to some extent to what happened to Layla.
Ayaklarımızı sıcak tutmak için ayaklarımızı yer değiştirmek ve hareket ettirmeye devam etmek zorunda kaldık.
- In order to keep our feet warm we had to shift from one foot to another and keep moving.
Kansas'ı huzurlu tutmak için çok çalıştı.
- He had worked hard to keep Kansas peaceful.
İnsanlar diğerlerine ön yargı ile bakmak eğilimindedir.
- People tend to look at others with bias.
Tom Mary'ye bakmak zorunda.
- Tom has to look after Mary.
Diğerlerini sevebilmeden önce, kendini sevebilmelisin.
- Before you can love others, you need to be able to love yourself.
Tom Mary'yi severdi. Artık ona katlanamıyor.
- Tom used to love Mary. Now he can't stand her.
Tom'u özlemeyecek misin?
- Aren't you going to miss Tom?
Onları özlemeyecek misin?
- Aren't you going to miss them?
Bir yere kadar seninle aynı fikirdeyim.
- I agree with you to some extent.
Bir yere kadar bu problemi anlayabilirim.
- I can understand this problem to some extent.
Onun sorunla başa çıkmak için yeterli deneyimi yoktu.
- He didn't have enough experience to cope with the problem.
Bugüne kadar dokuz ülkeden daha fazlasını ziyaret ettim.
- I have visited more than nine countries to date.
Mariah Carey bugüne kadar kaç tane şarkı yazmış?
- How many songs has Mariah Carey written to date?
Bir sandviç sipariş etmek istiyorum.
- I would like to order a sandwich.
Bir pizza sipariş etmek istiyorum.
- I'd like to order a pizza.
Tom'u hapishaneye koymak için yapmak zorunda olduğum her şeyi yapacağım.
- I'll do whatever I have to do to put Tom behind bars.
Arada sırada kendinizi başkasının yerine koymak iyidir.
- It's good to put yourself in someone else's place now and then.
İlk kek parçasını kime vereceksin?
- To whom will you give the first piece of cake?
Müfettiş kimin neyi kime, nerede, ne zaman ve niçin yaptığını bilmek istiyor.
- The investigator wants to know who did what to whom where, when, and why.
I gave the book to him.
His face was beaten to a pulp.
ten to ten = 9:50; We're going to leave at ten to (the hour).
We are walking to the shop.
If he hasn't read it yet, he ought to.
They drank to his health.
Three to the second is nine.
Please would you push the door to.
similar to ..., relevant to ..., pertinent to ..., I was nice to him, he was cruel to her, I am used to walking.
Odds are, BP to get new CEO this year.
Stay where you're to and I'll come find you, b'y.
To date, they have sold only 500 copies of the book.
Right now, out of four bicycles, that's two down and two to go.
I'd like two burgers, two small orders of fries and two shakes, to go.
J to the L-O.
Ten to the zero (1).
His letter was short and to the point.
You are old enough to know better.
- You're old enough to know better.
I'm glad to know you.
- I am glad to know you.
I'm very glad to see you.
- I am very happy to see you.
I'm very happy to see you.
- I am very happy to see you.