Hızlı koşmak zorunda değilsiniz.
- You do not have to run fast.
Tom otobüsü yakalamak için koşmak zorunda kaldı.
- Tom had to run to catch the bus.
Tom'un niyeti o kadar geç kalmak değildi.
- Tom didn't mean to be so late.
Tom amacının geç kalmak olmadığını söyledi.
- Tom said that he didn't mean to be late.
O bana göre altı yıl kıdemli.
- She is senior to me by six years.
O, bana göre üç yıl kıdemli.
- She is senior to me by three years.
Seninle gerçek hayatta buluşmak harikaydı.
- It was awesome to meet you in real life!
Tom Mary ile yeniden buluşmak için istekli.
- Tom is eager to meet Mary again.
Sana hikayeyi kim anlattı?
- Who told the story to you?
Bu kitap sana epey faydalı olabilir.
- This book may well be useful to you.
Tom bize yazacağını söyledi.
- Tom said he would write to us.
Niçin geç kaldığını bize açıklamasını talep ettik.
- We demanded that he explain to us why he was late.
Şüphesiz iyi bir fikir ama uygulamaya koymak zor.
- It's a good idea, to be sure, but it's hard to put it into practice.
Şüphesiz o iyi bir adam ama güvenilir değil.
- He is a good fellow, to be sure, but he isn't reliable.
O ünlü bir adam, elbette ben ondan hoşlanmıyorum.
- He is a famous man, to be sure, but I don't like him.
O elbette toplantıdaydı ama uyuyordu.
- He was at the meeting, to be sure, but he was asleep.
Hiç sorun çıkmayacağından emin olmak istiyorum.
- I want to be sure that there will be no problems.
Tom'un burada olmayı planladığından emin olmak istedim.
- I wanted to be sure Tom was planning to be here.
O muhtemelen gelecektir.
- He is likely to come.
O, bu gece benim evime gelecek.
- He is to come to my house tonight.
Onun söylediği kısa ve isabetliydi.
- What he said was brief and to the point.
Onun konuşması kısa ve isabetliydi.
- His speech was short and to the point.
Onun konuşması tam yerindeydi.
- His speech was to the point.
Ben size yazabildiğim kadar kısa sürede yazacağım.
- I will write to you as soon as I can.
Siz sadece onu istemek zorundasınız ve o size verilecektir.
- You have only to ask for it and it will be given to you.
Bir ölçüde Psikoloji öğrenimi yaptım.
- I have studied Psychology to some extent.
Bir ölçüde Japonca konuşur.
- She speaks Japanese to some extent.
Söylenti bir dereceye kadar doğru.
- The rumor is true to some extent.
Bir dereceye kadar ona güvenirim.
- I trust him to some extent.
Lojban'ın geliştirilmesinde, dili ilk aşamasından beri tarafsız tutmak için çabalar tutarlı olarak yapılmıştır.
- In the development of Lojban, efforts were consistently made since the initial phase to keep the language culturally neutral.
Kansas'ı huzurlu tutmak için çok çalıştı.
- He had worked hard to keep Kansas peaceful.
Tom Mary'ye bakmak zorunda.
- Tom has to look after Mary.
Her ikisi de dışarıya bakmak için pencereye gitti.
- Both of them went to the window to look outside.
Onu severdim fakat artık sevmiyorum.
- I used to love her, but not anymore.
Diğerlerini sevebilmeden önce, kendini sevebilmelisin.
- Before you can love others, you need to be able to love yourself.
Onları özlemeyecek misin?
- Aren't you going to miss them?
Onu özlemeyecek misin?
- Aren't you going to miss her?
Bir yere kadar seninle aynı fikirdeyim.
- I agree with you to some extent.
Bir yere kadar bu problemi anlayabilirim.
- I can understand this problem to some extent.
Onun sorunla başa çıkmak için yeterli deneyimi yoktu.
- He didn't have enough experience to cope with the problem.
Bugüne kadar dünyada kaç tane YouTube hesabı vardır?
- How many YouTube accounts are there in the world to date?
Bugüne kadar Periyodik elementler tablosunda kaç element vardır?
- How many elements are there in the Periodic Table of Elements to date?
Sipariş etmek istediğiniz şeye karar verdiniz mi?
- Have you decided what you want to order?
Tom pizza sipariş etmek isteyen tek kişi değil.
- Tom isn't the only one who wants to order a pizza.
Arada sırada kendinizi başkasının yerine koymak iyidir.
- It's good to put yourself in someone else's place now and then.
Otel kasasına bir şeyler koymak istiyorum.
- I'd like to put some things in the hotel safe.
İlk kek parçasını kime vereceksin?
- To whom will you give the first piece of cake?
Müfettiş kimin neyi kime, nerede, ne zaman ve niçin yaptığını bilmek istiyor.
- The investigator wants to know who did what to whom where, when, and why.
I gave the book to him.
His face was beaten to a pulp.
ten to ten = 9:50; We're going to leave at ten to (the hour).
We are walking to the shop.
If he hasn't read it yet, he ought to.
They drank to his health.
Three to the second is nine.
Please would you push the door to.
similar to ..., relevant to ..., pertinent to ..., I was nice to him, he was cruel to her, I am used to walking.
Odds are, BP to get new CEO this year.
Stay where you're to and I'll come find you, b'y.
To date, they have sold only 500 copies of the book.
Right now, out of four bicycles, that's two down and two to go.
I'd like two burgers, two small orders of fries and two shakes, to go.
J to the L-O.
Ten to the zero (1).
His letter was short and to the point.
That is what I want to know.
- That's what I want to know.
You're old enough to know better.
- You are old enough to know better.
I'm very glad to see you.
- I am very happy to see you.
I am very glad to see you.
- I am very happy to see you.