Tom'a yetişmek için koşmak zorunda kaldım.
- I had to run to catch up with Tom.
Tom otobüsü yakalamak için koşmak zorunda kaldı.
- Tom had to run to catch the bus.
Sadece yalnız kalmak istediklerini söylediler.
- They said they only wanted to be left alone.
Tom'un niyeti o kadar geç kalmak değildi.
- Tom didn't mean to be so late.
Bana göre bir anlamı yok.
- It doesn't make sense to me.
O, bana göre üç yıl kıdemli.
- She is senior to me by three years.
Tom Mary ile yeniden buluşmak için istekli.
- Tom is eager to meet Mary again.
Tom Mary ile yarın saat ikide parkta buluşmak zorunda.
- Tom has to meet Mary in the park tomorrow at 2:30.
Bir kuş olsam, sana uçabilirim.
- If I were a bird, I would have been able to fly to you.
Bu kitap sana epey faydalı olabilir.
- This book may well be useful to you.
Niçin geç kaldığını bize açıklamasını talep ettik.
- We demanded that he explain to us why he was late.
Avukat yeni yasayı bize açıkladı.
- The lawyer explained the new law to us.
O iyi bir insan, şüphesiz, fakat çok akıllı değil.
- He is a nice person, to be sure, but not very clever.
Şüphesiz iyi bir fikir ama uygulamaya koymak zor.
- It's a good idea, to be sure, but it's hard to put it into practice.
O ünlü bir adam, elbette ben ondan hoşlanmıyorum.
- He is a famous man, to be sure, but I don't like him.
O elbette toplantıdaydı ama uyuyordu.
- He was at the meeting, to be sure, but he was asleep.
Tom'un burada olmayı planladığından emin olmak istedim.
- I wanted to be sure Tom was planning to be here.
Hiç sorun çıkmayacağından emin olmak istiyorum.
- I want to be sure that there will be no problems.
O, bu gece benim evime gelecek.
- He is to come to my house tonight.
O muhtemelen gelecek.
- She is likely to come.
Cevabı çok isabetliydi.
- His answer is to the point.
Onun açıklaması tam isabetliydi.
- Her explanation was to the point.
Onun konuşması tam yerindeydi.
- His speech was to the point.
Üzgünüm size yazmam uzun sürdü.
- Sorry it took me so long to write to you.
Ne yapılacağı size kalmış.
- What to do is up to you.
Bir ölçüde Psikoloji öğrenimi yaptım.
- I have studied Psychology to some extent.
Bir ölçüde söylediklerine katılıyorum.
- I agree with what you say to some extent.
Söylenti bir dereceye kadar doğru.
- The rumor is true to some extent.
Bir dereceye kadar seninle aynı fikirdeyim.
- To some extent I agree with you.
Ayaklarımızı sıcak tutmak için ayaklarımızı yer değiştirmek ve hareket ettirmeye devam etmek zorunda kaldık.
- In order to keep our feet warm we had to shift from one foot to another and keep moving.
Ekoloji dünyamızı güvende tutmak için çok önemlidir.
- Ecology is very important to keep our world safe.
Tom Mary'ye bakmak zorunda.
- Tom has to look after Mary.
Sabah güneşi bakmak için çok parlak.
- The morning sun is too bright to look at.
Diğerlerini sevebilmeden önce, kendini sevebilmelisin.
- Before you can love others, you need to be able to love yourself.
Tom Mary'yi severdi. Artık ona katlanamıyor.
- Tom used to love Mary. Now he can't stand her.
Onları özlemeyecek misin?
- Aren't you going to miss them?
Kız arkadaşımı özlemeye başlıyorum.
- I'm beginning to miss my girlfriend.
Bir yere kadar bu problemi anlayabilirim.
- I can understand this problem to some extent.
Bir yere kadar seninle aynı fikirdeyim.
- I agree with you to some extent.
Onun sorunla başa çıkmak için yeterli deneyimi yoktu.
- He didn't have enough experience to cope with the problem.
Bu kitap, bugüne kadar onun en iyi çabası.
- This book is his best effort to date.
Bugüne kadar Periyodik elementler tablosunda kaç element vardır?
- How many elements are there in the Periodic Table of Elements to date?
Bir sandviç sipariş etmek istiyorum.
- I would like to order a sandwich.
Şeyleri düzine ile sipariş etmek daha ucuzdur.
- It's cheaper to order things by the dozen.
Arada sırada kendinizi başkasının yerine koymak iyidir.
- It's good to put yourself in someone else's place now and then.
Onu bu hastaneye koymak gerekli değildir.
- It's not necessary to put him in the hospital.
Müfettiş kimin neyi kime, nerede, ne zaman ve niçin yaptığını bilmek istiyor.
- The investigator wants to know who did what to whom where, when, and why.
İlk kek parçasını kime vereceksin?
- To whom will you give the first piece of cake?
I gave the book to him.
His face was beaten to a pulp.
ten to ten = 9:50; We're going to leave at ten to (the hour).
We are walking to the shop.
If he hasn't read it yet, he ought to.
They drank to his health.
Three to the second is nine.
Please would you push the door to.
similar to ..., relevant to ..., pertinent to ..., I was nice to him, he was cruel to her, I am used to walking.
Odds are, BP to get new CEO this year.
Stay where you're to and I'll come find you, b'y.
To date, they have sold only 500 copies of the book.
Right now, out of four bicycles, that's two down and two to go.
I'd like two burgers, two small orders of fries and two shakes, to go.
J to the L-O.
Ten to the zero (1).
His letter was short and to the point.
You are old enough to know better.
- You're old enough to know better.
I'm glad to know you.
- I am glad to know you.
I'm very happy to see you.
- I am very happy to see you.
I am very glad to see you.
- I am very happy to see you.