O, hayatımda şimdiye kadar gördüğüm en ufak hamam böceğiydi.
- That was the tiniest cockroach I've ever seen in my life.
Tom sebze bahçesine minik domates fidelerini dikkatlice dikti.
- Tom carefully transplanted the tiny tomato seedlings into his vegetable patch.
Mary minik sulama kutusuyla annesinin bahçeyi sulamasına yardım etti.
- Mary helped her mother water the garden with her tiny watering can.
Evler ve arabalar gökyüzünden küçücük görünüyorlardı.
- The houses and cars looked tiny from the sky.
Tom, Mary'nin donutundan küçücük bir ısırık aldı.
- Tom took a tiny bite out of Mary's donut.
Dünya ve Güneş, Samanyolu Galaksi'sindeki milyarlarca yıldız arasında sadece ufacık noktadırlar.
- The Earth and Sun are just tiny dots among the billions of stars in the Milky Way Galaxy.
Bebek ufacık elini uzattı.
- The baby held out his tiny hand.
Onu son gördüğünde, o sadece minnacık bir bebekti.
- The last time you saw her, she was just a tiny baby.
Küçük bir dağ kasabasından geldi.
- He came from a tiny mountain town.
Tom Mary'nin gözlemesinden küçük bir lokma aldı.
- Tom took a tiny bite of Mary's donut.
Tom sebze bahçesine minik domates fidelerini dikkatlice dikti.
- Tom carefully transplanted the tiny tomato seedlings into his vegetable patch.
Hollanda halk biliminde kabouterler yer altında yaşayan minik insanlardır.
- In Dutch folklore, kabouters are tiny people who live underground.
That was the smallest house I've ever seen.