O, bir kerede üç basamak atladı.
- He jumped up the steps three at a time.
İki kere yedi on dörttür.
- Two times seven is fourteen.
Facebook'taki arkadaşlarının resimlerine bakmak vakit kaybıdır.
- Looking at your Facebook friends' photos is a waste of time.
Yarın bu vakitte onunla akşam yemeği yiyor olacak.
- He will be having dinner with her at this time tomorrow.
İlk defa mı tadına bakıyorsun?
- Is this the first time you have tasted it?
Bu defa hatalı olan benim gibi görünüyor.
- This time, it looks like it is me who is wrong.
Bir zaman makinen olduğunu hayal et.
- Imagine that you had a time machine.
Bazıları yalnızca zaman geçsin diye kitap okurlar.
- Some read books just to pass time.
Oda uzun süredir boş.
- The room has been empty for a long time.
Onlar uzun süredir burada yaşıyor.
- They have lived here for a long time.
Beş çarpı iki ona eşittir.
- Five times two equals ten.
Dört çarpı beş yirmidir.
- Four times five is twenty.
O zaman Japonya'da demiryolları yoktu.
- There were no railroads in Japan at that time.
O zaman Japonya'da hiç demir yolu yoktu.
- There were no railroads at that time in Japan.
O otobüs günde kaç kez çalışır?
- How many times a day does that bus run?
Otobüs her gün kaç kez çalışır?
- How many times does the bus run each day?
Eski çağlarda tuz az bulunan ve maliyetli bir metaydı.
- Salt was a rare and costly commodity in ancient times.
Diaoyu adaları çok eski çağlardan beri Çin toprağı olmuştur.
- The Diaoyu Islands have been Chinese territory since ancient times.
Devir kötü. Güçlü olmaya çalış!
- Times are tough. Try to be strong!
Bir müddet yürüyerek göle geldik.
- Having walked for some time, we came to the lake.
Zamana ayak uydurmak için gazeteler okumalısın.
- You should read the newspapers in order to keep up with the times.
Zamana ayak uydurmak için kitaplar ve dergiler okurum.
- I read books and magazines to keep up with the times.
Bu fabrikayı kurmak, uzun bir zamana ve bir sürü paraya mal oldu.
- It took a long time and a lot of money to build this factory.
Duydum ki İngiliz insanlarla arkadaşlık kurmak zaman alıyor.
- I hear it takes time to make friends with the English people.
Ben uygun zamanda bunu ona anlatacağım.
- I will tell it to him at the proper time.
O hisse senedini almak için en uygun zamanın ne zaman olduğunu bulmamız gerekiyor.
- We have to figure out when the best time to buy that stock is.
Onlar her iki seferde de başarısız oldu.
- They failed both times.
Bir mıknatıs bir seferde çok sayıda çiviyi toplayabilir ve tutabilir.
- A magnet can pick up and hold many nails at a time.
Bir dahaki sefere postaneye gittiğinde lütfen bu mektubu postalar mısın?
- Please mail this letter the next time you go to the post office.
Sonunda bu son üç hafta boyunca almış olduğum postaları yanıtlamak için zamanım var.
- I finally have time to reply to the mail that I have received these past three weeks.
Nihayet bu üç hafta içinde aldığım postayı yanıtlamak için zamanım var.
- Finally I have time to reply to the mail I received these three weeks.
Tom nihayet öğle yemeği sırasında buraya geldi.
- Tom finally got here around lunch time.
Hangi yoldan giderseniz gidin, aynı zamanda götürecektir.
- Whichever way you take, it'll take you the same time.
Ben bir kez daha hava yoluyla gidersem uçakta beş kez uçmuş olurum.
- If I go by air one more time, I'll have flown in an airplane five times.
Bir dahaki sefere beni görmeye geldiğinde, sana kitabı göstereceğim
- Next time you come to see me, I will show you the book.
Gelecek sefere oyunu kazanacağım.
- I will win the game next time.
Zorluk zamanlarında bize yardımcı olur.
- It helps us in times of difficulty.
Bir yenilik zamanla yok olur.
- A novelty wears off in time.
Ondan hoşlanıyorum fakat aynı zamanda ona gerçekten inanmıyorum.
- I like him, but at the same time I don't really trust him.
Tom her gece aynı zamanda yatmaya gider.
- Tom goes to bed at the same time every night.
Tom birazcık hız limitinin üzerinde sürerse vaktinde havaalanına yetişebileceğini düşündü.
- Tom thought he could reach the airport on time if he drove a little over the speed limit.
Yalnızca birkaç kişi vaktinde geldi.
- Only a few people showed up on time.
Tom ve ben hep kavga ederiz.
- Tom and I fight all the time.
Anlamıyorum. Niye hep onunla takılıyorsun?
- I don't understand. Why do you hang out with her all the time?
Tom bu sefer doları yene çevirmemenin daha iyi olacağını düşünüyor.
- Tom thinks it would be better not to change dollars into yen at this time.
Jack bu sefer kesin başaracak.
- Jack is bound to succeed this time.
Zaman kazanmak için uçağa bindik.
- To gain time we took the plane.
İki kere yedi on dörttür.
- Two times seven is fourteen.
Tom aynı fıkrayı bana on kereden fazla anlattı.
- Tom has told me that same joke more than ten times.
Bu defa gitmesine izin vereceğim.
- I'll let it go this time.
Bu defa hatalı olan benim gibi görünüyor.
- This time, it looks like it is me who is wrong.
Savaş alanında defalarca kefeni yırttı.
- He cheated death many times on the battlefield.
Tom defalarca Boston'da bulundu.
- Tom has been to Boston a number of times.
Bu kez Tom'a yardım edip edemeyeceğimizi bilmiyorum.
- I don't know if we can help Tom this time.
Bu kez farklı olacak.
- This time is going to be different.
Şebeke gösterinizi başka bir zaman aralığına taşıyor.
- The network is moving your show to another time slot.
Bana yardımcı olmak için zamanın var mı?
- Do you have time to help me?
Ne alışveriş etmek ne de anneme hoşça kal demek için zamanım vardı.
- I had neither the time to go shopping, nor to say goodbye to my mother.
Yeri tekrar tekrar ziyaret ettim.
- I have visited the place time after time.
Tekrar tekrar aynı hataları yapıyorsun.
- You continue making the same mistakes time after time.
Havaalanında bir saatli bomba patladı ve 13 kişi öldü.
- A time bomb went off at the airport and killed 13 people.
Bu subatanlar saatli bombadırlar.
- These sinkholes are time bombs.
Eğer konsantre olursanız, daha kısa zaman aralığında bitirebileceksiniz.
- If you concentrate, you'll be able to finish within a shorter time interval.
Bu testin bir zaman sınırı yok.
- This test doesn't have a time limit.
Zaman sınırı var mıydı?
- Was there a time limit?
Merkezin hedefi, diğer ülkelerden gelen gençleri belli bir zaman aralığında eğitmek olmalıdır.
- The goal of the center should be to train young people from other countries within a specific time period.
Benim zaman dilimimde burada sabah.
- It's morning here in my time zone.
ABD'de Pasifik Zaman Dilimi'nde yaşıyorum.
- I live in the Pacific time zone in the USA.
Zaman zaman daha akademik biriyle detaylı bir konuşma yapmak istiyorum.
- I like to have a deep conversation with a more academic person from time to time.
Ben zaman zaman onunla karşılaşırım.
- I meet him from time to time.
O otobüs günde kaç kez çalışır?
- How many times a day does that bus run?
Otobüs her gün kaç kez çalışır?
- How many times does the bus run each day?
İnternet hakkında sevdiğim tek şey onun ebediyetidir.
- One thing I love about the internet is its timelessness.
Bu film gerçekten ebedi bir başyapıt.
- This movie is indeed a timeless masterpiece.
Zamanlaman mükemmeldi.
- Your timing was excellent.
Zamanlamanız mükemmel.
- Your timing's perfect.
Zaman zaman daha akademik biriyle detaylı bir konuşma yapmak istiyorum.
- I like to have a deep conversation with a more academic person from time to time.
Ben, zaman zaman onunla kulüpte karşılaşırım.
- I meet him at the club from time to time.
Bir stratejiyi özenle hazırlamak için ara verelim.
- Let's take time out to elaborate a strategy.
Zamanın gerisinde kalmayayım diye her gün gazete okumayı bir alışkanlık haline getirdim.
- I make it a rule to read the newspaper every day lest I should fall behind the times.
O metotlarında zamanın gerisindedir.
- He's behind the times in his methods.
Ara sıra oğlum beni ziyarete geliyordu.
- My son came to see me from time to time.
Amcam ara sıra beni görmeye gelir.
- My uncle comes to see me from time to time.
Zaman ayarlı bomba gürültüyle patladı.
- The time bomb exploded with a loud noise.
time course of growth.
A computer keeps time using a clock battery.
We had a wonderful time at the party.
In my time, we respected our elders.
These times were erroneously converted between zones.
That is four times as heavy as this.
Let's synchronize our watches so we're not on different time.
Okay, but this is the last time. No more after that!.
O the times, O the customs! (Cicero).
The bomb was timed to explode at 9:20 p.m.
The algorithm runs in O(n^2) time.
the ebb and flow of time.
It's time we were going.
The two of us can never find time to see each other any more.
He is not living at home because he is doing time.
Time after time he tries, and time after time, he fails.
The remodelling of the second floor will be fixed-price, but the repair work has to be on a time and material basis.
Classical computers cannot sort a list of size n in less than O(n\,\log\, n) time.
y(t) \ = \ y_o e^{-t / \tau} \ .
I want to call Nick – what's the time difference between here and Hong Kong?.
Time flies when you're having fun.
His words and manner carried the crisp terseness of the busy man whose time is money.
Using a time machine caused Gene serious confusion. -.
I've got some time off next week, so maybe we could meet up then?.
They were Episcopalians, and for time out of mind had rented a half-pew in the church of their denomination on California Street.
By the Steep Place of the Strangers and the Gap of the Wind.
I tell you that Cashel never was beaten, although times out of mind it would have paid him better to lose than to win.
The defendant was not innocent, but he was let go with time served.
This may not be a good idea, but time will tell.
We're being beaten! We need a time-out!.
Hitting people is not acceptable! Go to your room and take a time-out!.
This time-saving device will do in minutes what once took hours to do.
... need to sustain themselves over time. So we can't do it all ourselves. We can't put Afghanistan ...
... Well, when it was time to write the paper, whose name came first? His name came first. ...