İki kere iki dört eder.
- Two times two is four.
O, bir kerede üç basamak atladı.
- He jumped up the steps three at a time.
Yarın bu vakitte onunla akşam yemeği yiyor olacak.
- He will be having dinner with her at this time tomorrow.
O, yarın bu vakitte Londra'da olacak.
- He will be in London at this time tomorrow.
İlk defa mı tadına bakıyorsun?
- Is this the first time you have tasted it?
Savaş alanında defalarca kefeni yırttı.
- He cheated death many times on the battlefield.
Zamanın ölçüsü nedir?
- What are the measures of time?
Ne zaman geri döneceksin?
- What time will you be back?
Eğer bir süre evden uzak olursam, posta servisini bırakacağım.
- If I'm away from home for a period of time, I will stop mail delivery.
Onlar uzun süredir burada yaşıyor.
- They have lived here for a long time.
Tom üç kez yıldırım tarafından çarpıldı.
- Tom has been struck by lightning three times.
Onu gördüğüm her an kalbim hızlı çarpıyor.
- My heart beats fast each time I see her.
Ne alışveriş etmek ne de anneme hoşça kal demek için zamanım vardı.
- I had neither the time to go shopping, nor to say goodbye to my mother.
O zaman Japonya'da demiryolları yoktu.
- There were no railroads in Japan at that time.
O otobüs günde kaç kez çalışır?
- How many times a day does that bus run?
Otobüs her gün kaç kez çalışır?
- How many times does the bus run each day?
Diaoyu adaları çok eski çağlardan beri Çin toprağı olmuştur.
- The Diaoyu Islands have been Chinese territory since ancient times.
Beni ilk adımla çağırmanı senden kaç kez istemek zorundayım?
- How many times do I have to ask you to call me by my first name?
Devir kötü. Güçlü olmaya çalış!
- Times are tough. Try to be strong!
Bir müddet yürüyerek göle geldik.
- Having walked for some time, we came to the lake.
Zamana ayak uydurmak kolay değil.
- It's not easy to keep up with the times.
Zamana ayak uydurmak için gazeteler okurum.
- I read newspapers in order to keep up with the times.
Duydum ki İngiliz insanlarla arkadaşlık kurmak zaman alıyor.
- I hear it takes time to make friends with the English people.
Bu fabrikayı kurmak, uzun bir zamana ve bir sürü paraya mal oldu.
- It took a long time and a lot of money to build this factory.
O hisse senedini almak için en uygun zamanın ne zaman olduğunu bulmamız gerekiyor.
- We have to figure out when the best time to buy that stock is.
Lütfen senin için en uygun zamanda git.
- Please go at the most convenient time for you.
Bir dahaki sefere bunun bedelini ödersin!
- Next time you'll pay for it!
Bir mıknatıs bir seferde çok sayıda çiviyi toplayabilir ve tutabilir.
- A magnet can pick up and hold many nails at a time.
Eğer bir süre evden uzak olursam, posta servisini bırakacağım.
- If I'm away from home for a period of time, I will stop mail delivery.
Postacı ne zaman gelir?
- What time does the mailman come?
Nihayet bu üç hafta içinde aldığım postayı yanıtlamak için zamanım var.
- Finally I have time to reply to the mail I received these three weeks.
Tom nihayet öğle yemeği sırasında buraya geldi.
- Tom finally got here around lunch time.
Ben bir kez daha hava yoluyla gidersem uçakta beş kez uçmuş olurum.
- If I go by air one more time, I'll have flown in an airplane five times.
Biz ne zaman yola çıkarız?
- What time do we leave?
Gelecek sefere oyunu kazanacağım.
- I will win the game next time.
Bir dahaki sefere bunun bedelini ödersin!
- Next time you'll pay for it!
Bolluk zamanlarında kıtlık zamanlarını hatırla.
- In times of abundance, remember the times of famine.
O zamanla başarılı olacak.
- He'll succeed in time.
Ondan hoşlanıyorum fakat aynı zamanda ona gerçekten inanmıyorum.
- I like him, but at the same time I don't really trust him.
Hepiniz aynı zamanda konuşmayın.
- Don't all speak at the same time.
Tom her zaman vaktinde gelmez fakat Mary genellikle gelir.
- Tom doesn't always arrive on time, but Mary usually does.
Tom'un vaktinde geleceğinden şüphem yok.
- I don't doubt that Tom will arrive on time.
Evren yıldızlarla doluysa, neden onların hepsinden gelen ışık tüm gökyüzünü sürekli parlatmıyor?
- If the universe is full of stars, why doesn't the light from all of them add up to make the whole sky bright all the time?
Ben bunu hep yaparım.
- I do it all the time.
Jack bu sefer kesin başaracak.
- Jack is bound to succeed this time.
Bu sefer Bob muhtemelen kazanacak.
- This time Bob is likely to win.
Zaman kazanmak için uçağa bindik.
- To gain time we took the plane.
Beş kere beş yirmi beştir.
- Five times five is twenty-five.
İki kere iki dört eder.
- Two times two is four.
Bu defa hatalı olan benim gibi görünüyor.
- This time, it looks like it is me who is wrong.
Tom bu defa tekrar bize yardım etmeye istekli.
- Tom is willing to help us again this time.
Film yıldızı söylediği bütün düşüncesiz şeylerden dolayı hatasını kabul etmekte defalarca zorlandı.
- The movie star ate crow many times because of all the thoughtless things she said.
Tom defalarca Boston'da bulundu.
- Tom has been to Boston many times.
Bu kez onu deneyeceğim.
- This time I'll try it.
Bu kez farklı olacak.
- This time's going to be different.
Şebeke gösterinizi başka bir zaman aralığına taşıyor.
- The network is moving your show to another time slot.
Ne alışveriş etmek ne de anneme hoşça kal demek için zamanım vardı.
- I had neither the time to go shopping, nor to say goodbye to my mother.
Görevi tamamlamak için daha fazla zamana ihtiyacı vardı.
- He needed more time to complete the task.
Tekrar tekrar aynı hataları yapıyorsun.
- You continue making the same mistakes time after time.
Yeri tekrar tekrar ziyaret ettim.
- I have visited the place time after time.
Havaalanında bir saatli bomba patladı ve 13 kişi öldü.
- A time bomb went off at the airport and killed 13 people.
Bu subatanlar saatli bombadırlar.
- These sinkholes are time bombs.
Eğer konsantre olursanız, daha kısa zaman aralığında bitirebileceksiniz.
- If you concentrate, you'll be able to finish within a shorter time interval.
Bu testin bir zaman sınırı yok.
- This test doesn't have a time limit.
Zaman sınırı var mıydı?
- Was there a time limit?
Merkezin hedefi, diğer ülkelerden gelen gençleri belli bir zaman aralığında eğitmek olmalıdır.
- The goal of the center should be to train young people from other countries within a specific time period.
ABD'de Pasifik Zaman Dilimi'nde yaşıyorum.
- I live in the Pacific time zone in the USA.
Benim zaman dilimimde burada sabah.
- It's morning here in my time zone.
Ben zaman zaman onunla karşılaşırım.
- I meet him from time to time.
Zaman zaman daha akademik biriyle detaylı bir konuşma yapmak istiyorum.
- I like to have a deep conversation with a more academic person from time to time.
O otobüs günde kaç kez çalışır?
- How many times a day does that bus run?
Bu ilaçlardan günde üç kez alınmalı.
- These medicines should be taken three times a day.
Bu film gerçekten ebedi bir başyapıt.
- This movie is indeed a timeless masterpiece.
İnternet hakkında sevdiğim tek şey onun ebediyetidir.
- One thing I love about the internet is its timelessness.
Zamanlama çok önemli olacak.
- The timing will be crucial.
Zamanlaman mükemmeldi.
- Your timing was excellent.
Ben zaman zaman onunla karşılaşırım.
- I meet him from time to time.
Zaman zaman çocuklara bakmalısın.
- You should look after the children from time to time.
Bir stratejiyi özenle hazırlamak için ara verelim.
- Let's take time out to elaborate a strategy.
Seni gerçekten ilginç bulduğum zamanlar var.
- There are times when I find you really interesting.
O metotlarında zamanın gerisindedir.
- He's behind the times in his methods.
Amcam ara sıra beni görmeye gelir.
- My uncle comes to see me from time to time.
Ara sıra oğlum beni ziyarete geliyordu.
- My son came to see me from time to time.
Zaman ayarlı bomba gürültüyle patladı.
- The time bomb exploded with a loud noise.
time course of growth.
A computer keeps time using a clock battery.
We had a wonderful time at the party.
In my time, we respected our elders.
These times were erroneously converted between zones.
That is four times as heavy as this.
Let's synchronize our watches so we're not on different time.
Okay, but this is the last time. No more after that!.
O the times, O the customs! (Cicero).
The bomb was timed to explode at 9:20 p.m.
The algorithm runs in O(n^2) time.
the ebb and flow of time.
It's time we were going.
The two of us can never find time to see each other any more.
He is not living at home because he is doing time.
Time after time he tries, and time after time, he fails.
The remodelling of the second floor will be fixed-price, but the repair work has to be on a time and material basis.
Classical computers cannot sort a list of size n in less than O(n\,\log\, n) time.
y(t) \ = \ y_o e^{-t / \tau} \ .
I want to call Nick – what's the time difference between here and Hong Kong?.
Time flies when you're having fun.
His words and manner carried the crisp terseness of the busy man whose time is money.
Using a time machine caused Gene serious confusion. -.
I've got some time off next week, so maybe we could meet up then?.
They were Episcopalians, and for time out of mind had rented a half-pew in the church of their denomination on California Street.
By the Steep Place of the Strangers and the Gap of the Wind.
I tell you that Cashel never was beaten, although times out of mind it would have paid him better to lose than to win.
The defendant was not innocent, but he was let go with time served.
This may not be a good idea, but time will tell.
We're being beaten! We need a time-out!.
Hitting people is not acceptable! Go to your room and take a time-out!.
This time-saving device will do in minutes what once took hours to do.
... time for my session. ...
... theory say about this. Well, string theory says, like Einstein, that time is a river. ...