İnsan ruhu yeryüzünde bulunduğu müddetçe; müzik, canlı bir varlık gibi ona eş ve destek olup büyük anlam katacak.
- So long as the human spirit thrives on this planet, music in some living form will accompany and sustain it and give it expressive meaning.
O, büyük babanın canlı görüntüsüdür.
- It's the living image of your grandfather.
Yaşamımın geri kalanını Tom'la yaşayarak harcayamam.
- I can't spend the rest of my life living with Tom.
Ölüm hiçbir şeydir. Onun yerine yaşayarak başla - sadece daha zor değil fakat aynı zamanda daha uzundur.
- Dying's nothing. Start instead by living - not only is it harder, but it's longer as well.
Yaşayan hiçbir şey havasız yaşayamazdı.
- No living thing could live without air.
Denizde yaşayan canlıların çoğu, kirlilikten etkilenir.
- Most living creatures in the sea are affected by pollution.
Onlar geçinmeyi zor buldu.
- They found it difficult to earn a living.
Tom Mary'nin geçinmek için ne yaptığını bilmiyor.
- Tom doesn't know what Mary does for a living.
Tom geçimini sağlamak için bir kamyon sürmektedir.
- Tom drives a truck for a living.
Bir satıcı olarak geçimini sağlıyor.
- He makes a living as a salesman.
Ölüm yaşamın zıttı değildir: biz ölümümüzü ölürken geçirmezken hayatımızı yaşarken geçiririz.
- Dying is not the opposite of living: we spend our life living while we don't spend our death dying.
Tom hayatı yaşamaya değmezmiş gibi düşünüyor.
- Tom started to feel like his life wasn't worth living.
Sanırım birlikte yaşamamız senin alışkanlıklarını etkiledi.
- I think that our living together has influenced your habits.
Sizinle yaşamayı seviyorum.
- I love living with you.
Tom geçimini neyle sağlar?
- What does Tom do for a living?
Tom geçimini sağlamak için bir kamyon sürmektedir.
- Tom drives a truck for a living.
Büyükannem yaşam tarzını hiçbir zaman değiştirmedi.
- My grandmother never changed her style of living.
Ben laik bir yaşam tarzı yaşıyorum.
- I'm living a secular lifestyle.