Bu bir ev, şu ise camidir.
- This is a house and that is a mosque.
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
- This is a good book, but that one is better.
Bu kadarı yeter. Ben artık istemiyorum.
- That's enough. I don't want any more.
İki yaşındaki bir çocuk bu kadar hızlı koşabilir mi?
- Can a two-year-old boy run that fast?
Keşke onunla gidebilseydim.
- I regret that I couldn't go with her.
Keşke o zaman bütün hikayeyi bana anlatsaydın!
- If only you had told me the whole story at that time!
Bu araba ötekinden daha iyi bir çalışmaya sahip.
- This car has a better performance than that one.
Sen benimle nasıl böyle konuşabilirsin?
- How dare you speak to me like that?
Onun böyle güzel bir teklifi reddetmesine şaşırdım.
- I am surprised that she refused such a good offer.
Bu, bir kişi için küçük bir adımdır ama insanlık için dev bir sıçramadır.
- That's one small step for man, one giant leap for mankind.
O, geçen yıl o şirket için çalışmaya başladı.
- He began to work for that company last year.
Kilo alacağı korkusuyla diyet yapıyor.
- She is on a diet for fear that she will put on weight.
Ailesinin dengeli bir diyet yaptığından emin.
- She makes sure that her family eats a balanced diet.
Havanın o kadar iyi olması tesadüftür.
- It is lucky that the weather should be so nice.
O kadar kötü birisi ki kimse ondan hoşlanmaz.
- He is such a bad person that everybody dislikes him.
Babam o kadar yaşlıdır ki o çalışamaz.
- My father is so old that he can't work.
Erkek kardeşim okumaya öylesine dalmıştı ki odaya girdiğimde beni farketmedi.
- My brother was so absorbed in reading that he did not notice me when I entered the room.
Linda'nın hayal kırıklığı öylesine fazlaydı ki gözyaşlarına boğuldu.
- Such was Linda's disappointment that she burst into tears.
Öylesine sıcak bir gündü ki yüzmeye gittik.
- It was such a hot day that we went swimming.
O kadar iyi bir kitap ki onu üç kez okudum.
- That was so good a book that I read it three times.
O gitar o kadar pahalı ki onu satın alamam.
- That guitar is so expensive that I can't buy it.
Tom o kadar hızlı yürüyüyordu ki ona yetişemedik.
- Tom was walking so fast that we couldn't catch up with him.
Tom dedi ki ona göre Mary, kaybettiği anahtarı John'un nerede bulduğunu biliyormuş.
- Tom said that he thought Mary knew where John had found the key she'd lost.
Muhabir: Ona bir kedi yavrusu aldınız mı?
- Reporter: Did you buy her a kitten?
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank lent her 500 dollars.
Ona söyleyecek hiçbir şeyim yok.
- I've got nothing to say to him.
Meseleyi ona bırakmaktan başka çaremiz yoktu.
- We had no choice but to leave the matter to him.
Artık seni sevmiyorum.
- I don't love you anymore.
Seni anlamak gerçekten çok zor.
- Understanding you is really very hard.
Bizim ana dilimiz Japoncadır.
- Our native language is Japanese.
O bizim beyzbol sahamızdır.
- That is our baseball field.
Onun bir gün birisi olacağından eminim.
- I'm sure he's going to be somebody someday.
Birisi telefona cevap verebilir mi?
- Can somebody answer the phone?
Siz insanları anlamıyorum.
- I do not understand you.
Siz insanları anlamıyorum.
- I don't see your point.
Merdivenlerden yukarı gelen birisi var.
- There's somebody coming up the stairs.
Olabildiğince tuhaf, o ölü olduğu söylenilen biriyle karşılaştı.
- As strange as it may be, he met with somebody who is said to be dead.
Sanırım birisi oraya gitti.
- I think that someone went there.
Bir yabancı omzuma arkadan dokundu. Beni başka birisiyle karıştırmış olmalı.
- A stranger tapped me on the shoulder from behind. He must have mistaken me for someone else.
Bu John'dur ve o da onun biraderidir.
- This is John and that is his brother.
Onun favori beyzbol takımı Devler'dir, fakat o Aslanlar'ı da seviyor.
- His favorite baseball team is the Giants, but he also likes the Lions.
Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.
- There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them.
Eğer yapmadığım bir şey için ailem beni cezalandırdıysa , onlara doğruları söylerdim ve benim masumiyetle ilgili onları ikna etmeye çalışırdım.
- If my parents punished me for something I didn't do, I would tell them the truth and try to convince them of my innocence.
Esperanto aslında zor değil.
- Esperanto indeed is not difficult.
Aslında, dolabı kapalı tutarım.
- Indeed, I keep the cupboard closed.
Bunlar benim ayakkabılarım ve şunlar seninkiler.
- These are my shoes and those are yours.
Bunlar benim kitaplarım ve şunlar onun kitapları.
- These are my books, and those are his books.
Dima bir gecede 25 adamla yattı ve sonra onları öldürdü.
- Dima slept with 25 men in one night and then killed them.
Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.
- There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them.
Geçen sene Bayan Kato sizin öğretmeniniz miydi?
- Was Ms. Kato your teacher last year?
Ben dün sizin babanıza rastladım.
- I bumped into your dad yesterday.
O kendi kendineHAYIRdedi.Yüksek sesle EVET dedi.
- He said NO to himself. He said YES aloud.
Bazen büyük babam kendi başına bırakıldığında, kendi kendine konuşur.
- Sometimes my grandfather talks to himself when left alone.
Tom asla ağzını birşeyi şikayet etmeden açmaz.
- Tom never opens his mouth without complaining about something.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
- I have to help Tom do something tomorrow morning.
Onların konuşmaları devam etti.
- Their conversation went on.
Onların erkek çocuğunun adı John.
- Their son's name is John.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet her at the coffee shop.
Onun elleri buz kadar soğuktu.
- Her hands were as cold as ice.
Bu kadar uzun bir zamandan sonra bu şarkıyı İşitmek gerçekten eski zamanları geri getiriyor.
- Hearing this song after so long really brings back the old times.
Her gün bu kadar sıcak mı?
- Is it this hot every day?
O kendi kendine mırıldanıyor.
- She is muttering to herself.
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
- The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
Onu Kaliforniya'ya gönderiyorum.
- I'm sending her to California.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet her at the coffee shop.
Ben, o kızın kendisine yeni bir görünüm vermek için saçını kestiğini düşünüyorum.
- I think that girl cut her hair to give herself a new look.
Mary gerçekten harika. O benim için harika bir yemek pişirdi ve bulaşıkları bile kendisi yıkadı.
- Mary is really great. She cooked a wonderful meal for me and even washed the dishes herself.
Herkes ondan iyi şekilde bahseder.
- Everybody speaks well of her.
Siz ondan daha uzun boylusunuz.
- You are taller than her.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet him at the coffee shop.
Onu tanıdıkça daha çok seversin.
- The more you know about him, the more you like him.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- He said NO to himself. He said YES aloud.
O, çocuklarını kendi etrafına topladı.
- He gathered his children around him.
Doğrusu çok şey biliyorsunuz ama onları öğretmede iyi değilsiniz.
- Indeed you know a lot of things, but you're not good at teaching them.
Doğrusunu söylemek gerekirse, o, dilini koparabilirdi.
- Indeed, he could have bitten off his tongue.
Bu biraz farklı bir şeydi ve beraber takıldığım insanlar bunlardan takıyordu.
- It's something a bit different and the people I was hanging around with wore them.
Köpeğini besleyecek bir şey almak için biraz paraya ihtiyacı vardı.
- She needed some money to buy something to feed her dog.
Dima bir gecede 25 adamla yattı ve sonra onları öldürdü.
- Dima slept with 25 men in one night and then killed them.
Takımımız beyzbolda onları 5-0 mağlup etti.
- Our team defeated them by 5-0 at baseball.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I brought you a little something.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I've brought you a little something.
Bir pizza falan sipariş edebiliriz.
- We could order a pizza or something.
Aptal ya da falan olduğumu düşünüyor musun?
- Do you think I'm stupid or something?
Önemli bir şey biliyor gibi görünüyor.
- She seems to know something important.
Sana önemli bir şey söylemek istiyorum.
- I want to tell you something important.
Onlar benim arkadaşlarım.
- Those are my friends.
Onlar orada kullanılanlara benzer aletler kullandılar.
- They used tools similar to those used there.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- She said NO to herself. She said YES aloud.
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
- The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
Ben ırkçı değilim, ama ile başlayan her cümlenin gerçekten çok ırkçı olması muhtemeldir.
- Every sentence that starts with I'm not racist, but is likely to be very racist indeed.
Hayat gerçekten de iyi bir şeydir.
- Life is indeed a good thing.
Olağanüstü bir şey görmek istiyor musun?
- Do you want to see something extraordinary?
Ben ırkçı değilim, ama ile başlayan her cümlenin gerçekten çok ırkçı olması muhtemeldir.
- Every sentence that starts with I'm not racist, but is likely to be very racist indeed.
Hayat gerçekten de iyi bir şeydir.
- Life is indeed a good thing.
Tatlı bir şey istiyorum.
- I want something sweet.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I brought you a little something.
Bir yabancı omzuma arkadan dokundu. Beni başka birisiyle karıştırmış olmalı.
- A stranger tapped me on the shoulder from behind. He must have mistaken me for someone else.
Sen yaşayabileceğin herhangi biriyle evlenme - sen onsuz yaşayamayacağın kişiyle evlen.
- You don't marry someone you can live with — you marry the person whom you cannot live without.
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
- I'm going to help Tom do something this afternoon.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
- I have to help Tom do something tomorrow morning.
Tom Mary'ye o gün okulda ne yaptığı hakkında soru sordu.
- Tom asked Mary about what she did in school that day.
O gün, Tom'un Mary'nin yapmasını istediği çok şey vardı.
- There were many things that Tom wanted Mary to do that day.
Onlardan herhangi birini seçebilirsiniz.
- You may choose any of them.
Güneşin etrafında dönen dokuz gezegen vardır,Dünya onlardan biridir.
- There are nine planets travelling around the sun, the earth being one of them.
Böyle kirleticiler çoğunlukla otomobil motorlarındaki yakıt tüketiminden kaynaklanmaktadır.
- Pollutants like this derive mainly from the combustion of fuel in car engines.
İşte ben İngilizce'yi böyle öğrendim.
- This is how I learned English.
Ben sizden özür dilemeliyim.
- I must beg your pardon.
Sizden henüz bir cevap almadım.
- I have received no reply from you yet.
Stevie Wonder'ın yeni albümü sende var mı?
- Do you have Stevie Wonder's new album?
Senden oldukça memnunum.
- I am pretty pleased with you.
Senin çevirini onunkiyle kıyasla.
- Compare your translation with his.
Biz onun işini onunkilerle karşılaştırdık.
- We compared his work with hers.
Kitaplar birinin aklının ürünleridir.
- Books are the offspring of one's mind.
Birinin ününü sürdürmek zordur.
- It is hard to maintain one's reputation.
Daha kaliteli olanlarına sahip misin?
- Do you have better quality ones?
Japon flütleri çoğunlukla bambu kamışından yapılır, fakat son zamanlarda bazı ağaç olanları ortaya çıkmıştır.
- Most Shakuhachi are made from bamboo, but recently some wooden ones have appeared.
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
O onun biri olduğunu düşünüyor ama aslında hiç kimse değil.
- He thinks he is somebody, but really he is nobody.
Fransızca anlayan kimseyi arıyorum.
- I'm looking for somebody who understands French.
Bugün belirli bir kimse müthiş kırılgan oluyor.
- A certain someone is being awfully fragile today.
O, şüpheleneceğin bir kimse değildi.
- He wasn't someone you'd suspect.
Birinin kafasından neler geçtiğini kimse kesin olarak bilemez.
- No one ever really knows what's going through someone else's head.
Sıkılmış bir yumrukla kimsenin elini sıkamazsın.
- You can't shake someone's hand with a clenched fist.
Artık seni sevmiyorum.
- I no longer love you.
Artık seni sevmiyorum.
- I don't love you anymore.
Sizin bir öğretmen olduğunuzu biliyorum.
- I know that you're a teacher.
Sizin hangi tür şarabınız var?
- What kind of wine do you have?
İçmek için size ne alabilirim?
- What can I get you for drinking?
Ben size seve seve yardımcı olacaktım, sadece şimdi çok meşgulüm.
- I would gladly help you, only I am too busy now.
Bu senin Japonya'ya ilk ziyaretin mi?
- Is this your first visit to Japan?
Bugün senin öğle yemeğin için parayı ben ödeyeceğim.
- I'll pay the money for your lunch today.
I did the run last year, and it wasn't that difficult.
That it is.
I like the song that you wrote.
That was an interesting example.
I'm just not that sick.
That battle was in 1450.
He told me that the book is a good read.
He must die that others might live.
You'll suffer because of that.
- You will suffer because of that.
It was because of her that he lived so miserably.
- It was down to her that he lived so miserably.
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
This is her book.
She treated him for a cold (direct object).
The decision was his to live with.
Ahab his mark for Ahab's mark.
This is his book.
With Hit Girl, Moretz is this year's It Girl, alternately sweet, savage and scary.
He saw to it that everyone would vote for him.
It's me. John.
In the next game, Adam and Tom will be it….
Let's play it at breaktime.
It’s lonely without you.
Take each day as it comes.
She took the baby and held it in her arms.
It wasn't me.
Come with me.
Can you hear me?.
Me and my friends played a game.
Wilfred Owen (1893–1918), The Letter - And give us back me cigarette!.
He gave me this.
I recognised him because he had attended my school.
Paying no attention to Lizzy, Mrs. Gibson began calling out our names in alphabetical order.
Thirdly, I continue to attempt to interdigitate the taxa in our flora with taxa of the remainder of the world.
I'm going to see our Terry for tea.
I'm tired of being a nobody - I want to be a somebody.
Is someone there?.
I have a feeling something good is going to happen today.
She has a certain something.
She wiped something with a cloth, wiped at the wall shelf, and put the something on it, clinking glass.
The performance was something of a disappointment.
Oh how we somethinged on the hmmm hmm we were wed. Dear, was I ever on the stage?”.
He looks a something behind that big desk.
She's really something. I can't believe she would do such a mean thing.
So, that is it? I thought there would be some more.
Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
- Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
Don't worry, everything will be OK.
- Üzülmeyin, her şey düzelecek.
She goes running every morning.
- O her sabah koşmaya gider.
I'm feeling better today.
- Bugün kendimi daha iyi hissediyorum.
I'm feeling a lot better.
- Çok daha iyi hissediyorum.
I've had a runny nose for two days and I've been feeling an uncomfortable sensation in my throat.
- İki gündür burnum akıyor ve boğazımda bir rahatsızlık hissediyorum.
I have a prickling sensation in my left eye.
- Benim sol gözümde bir karıncalanma hissi var.
Tom sensed that Mary was in pain.
- Tom Mary'nin acı çektiğini hissetti.
She must have sensed something odd.
- Garip bir şey hissetmiş olmalı.
I'm feeling a lot better.
- Çok daha iyi hissediyorum.
Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely.
- Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.
Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
- Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
His daughter is eager to go with him anywhere.
- Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
Brush your teeth after each meal.
- Her yemekten sonra dişlerini fırçala.
The president appointed each man to the post.
- Genel müdür her bir adamı görevine atadı.
Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
- Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
Can you see anything at all there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
She planted some pansies in the flower bed.
- Çiçekliğe bazı hercai menekşeler dikti.
Pandas spend at least 12 hours each day eating bamboo.
- Pandalar her gün en az 12 saati bambu yiyerek geçirirler.
Jane Goodall discovered that chimpanzees are omnivorous, not vegetarian.
- Jane Goodall şempanzelerin her şeyi yediklerini, vejetaryen olmadıklarını keşfetti.
Only God can safely be omnipotent.
- Sadece Tanrı güvenle her şeye gücü yeter olabilir.
It's okay to feel emotions.
- Duyguları hissetmek iyidir.
If we let our reasoning power be overshadowed by our emotions, we would be barking up the wrong tree all the time.
- Muhakeme gücümüzün hislerimiz tarafından gölgelenmesine izin verirsek her zaman yanlış ağaca havluyor oluruz.
You don't marry someone you can live with — you marry the person whom you cannot live without.
- Sen yaşayabileceğin herhangi biriyle evlenme - sen onsuz yaşayamayacağın kişiyle evlen.
Everyone has the right to rest and leisure, including reasonable limitation of working hours and periodic holidays with pay.
- Her şahsın dinlenmeye, eğlenmeye, bilhassa çalışma müddetinin makul surette sınırlandırılmasına ve muayyen devrelerde ücretli tatillere hakkı vardır.
One should take good care of every single thing.
- Biri her şeye iyi bakmalı.
Tom comes here every single day.
- Tom her tek günde buraya gelir.
For all his genius, he is as unknown as ever.
- Bütün dehasına rağmen, o her zaman olduğu kadar bilinmiyor.
He was in favor of equality for all.
- O, herkes için eşitliğin lehindeydi.
Either way will lead you to the station.
- Her iki yol da seni istasyona götürecektir.
Do you know either of the two girls?
- İki kızın her birini tanıyor musun?
Do you believe in extrasensory perception?
- Altıncı hisse inanıyor musun?
I wonder if I should trust my instincts.
- Hislerime güvenmem gerekip gerekmediğini merak ediyorum.
I'll do whatever you want me to do.
- Ben senin yapmamı istediğin her şeyi yapacağım.
I will lend you whatever book you need.
- İhtiyacın olan her kitabı sana ödünç vereceğim.
His parents helped whoever asked for their help.
- Onun ebeveynleri yardımlarını isteyen herkese yardım etti.
Whoever comes will be welcomed.
- Her gelen sıcak karşılanacak.
Tom couldn't help but feel sentimental.
- Tom duygusal hissetmekten kendini alamadı.