Bu bir ev, şu ise camidir.
- This is a house and that is a mosque.
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
- This is a good book, but that one is better.
Bugünlük bu kadar yeter.
- That's enough for today!
İki yaşındaki bir çocuk bu kadar hızlı koşabilir mi?
- Can a two-year-old boy run that fast?
Keşke o zaman bütün hikayeyi bana anlatsaydın!
- If only you had told me the whole story at that time!
Keşke sigara içmeyi bıraksa.
- I wish that she would stop smoking.
Bu araba ötekinden daha iyi bir çalışmaya sahip.
- This car has a better performance than that one.
Onun böyle güzel bir teklifi reddetmesine şaşırdım.
- I am surprised that she refused such a good offer.
Böyle bir durumun tekrar olacağının olası olmadığını düşünüyorum.
- I think it's unlikely that a situation like this one would ever occur again.
Şu gömlek için sadece on dolar ödedi.
- He only paid ten dollars for that shirt.
Coca-Cola'nın üretildiği ilk yıllarda, o kokain içeriyordu. 1914'te, kokain bir uyuşturucu olarak gruplandırıldı ve sonra Coca-Cola'nın üretimi için kokain yerine kafein kullandılar.
- In the first years that Coca-Cola was produced, it contained cocaine. In 1914, cocaine was classified as a narcotic, after which they used caffeine instead of cocaine in the production of Coca-Cola.
Ailesinin dengeli bir diyet yaptığından emin.
- She makes sure that her family eats a balanced diet.
Herkes işitebilsin diye lütfen yüksek sesle oku.
- Please read it aloud so that everyone can hear.
O kadar kötü birisi ki kimse ondan hoşlanmaz.
- He is such a bad person that everybody dislikes him.
Ekvatora yakın dar bir bölgede bulunan, tropik yağmur ormanları o kadar hızlı yok oluyorlar ki 2000 yılına kadar onların % 80 yok olabilir.
- The tropical rainforests, located in a narrow region near the equator, are disappearing so fast that by the year 2000 eighty percent of them may be gone.
O kadar iyi bir kitap ki onu üç kez okudum.
- That was so good a book that I read it three times.
Babam o kadar yaşlıdır ki o çalışamaz.
- My father is so old that he can't work.
Öylesine sıcak bir gündü ki yüzmeye gittik.
- It was such a hot day that we went swimming.
Linda'nın hayal kırıklığı öylesine fazlaydı ki gözyaşlarına boğuldu.
- Such was Linda's disappointment that she burst into tears.
O gitar o kadar pahalı ki onu satın alamam.
- That guitar is so expensive that I can't buy it.
O kadar iyi bir kitap ki onu üç kez okudum.
- That was so good a book that I read it three times.
O, o kadar hızlı koştu ki ona yetişemedim.
- He ran so fast that I couldn't catch up with him.
Tom o kadar hızlı yürüyüyordu ki ona yetişemedik.
- Tom was walking so fast that we couldn't catch up with him.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank loaned her 500 dollars.
O, ona nerede yaşadığını sordu.
- He asked her where she lived.
O, ona bir süveter aldı.
- She bought him a sweater.
Ona söyleyecek hiçbir şeyim yok.
- I've got nothing to say to him.
Sen olmasaydın, o hâlâ hayatta olacaktı.
- If it hadn't been for you, he would still be alive.
Artık seni sevmiyorum.
- I don't love you anymore.
Bizim ana dilimiz Japoncadır.
- Our native language is Japanese.
Tatoeba Projesi bizim sanal evimizdir.
- Tatoeba Project is our virtual home.
Birisi beni dışarı çıkarsın. İçeride kilitli kaldım.
- Let me out, somebody. I'm locked in.
Merdivenlerden yukarı gelen birisi var.
- There's somebody coming up the stairs.
Sizin bir öğretmen olduğunuzu biliyorum.
- I know that you're a teacher.
Siz burada bir öğretmen misiniz yoksa bir öğrenci misiniz?
- Are you a teacher or a student here?
Biri bu tabağı kırdı.
- Somebody has broken this dish.
Olabildiğince tuhaf, o ölü olduğu söylenilen biriyle karşılaştı.
- As strange as it may be, he met with somebody who is said to be dead.
Sanırım birisi oraya gitti.
- I think that someone went there.
Birisi bana içtiğin her sigara ömründen yedi dakika alır dedi.
- Someone told me that every cigarette you smoke takes seven minutes away from your life.
Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
- His daughter is eager to go with him anywhere.
Onun adı Tomoyuki Ogura.
- His name is Tomoyuki Ogura.
Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.
- There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them.
Nagasaki çevresinde onlara rehberlik edebilmem için kadınla birlikte gittim.
- I went with the women so that I could guide them around Nagasaki.
Aslında o yer buradan uzakta gibi görünüyor.
- Indeed, that place does appear to be far from here.
Aslında bir pınar vardı, ama kurumuştu.
- There was a spring indeed, but it was dry.
Şunlar kimin ayakkabıları?
- Whose shoes are those?
Beni bilen şunlar, Katolik olduğumu biliyorlar.
- Those who know me, know that I am Catholic.
Dima bir gecede 25 adamla yattı ve sonra onları öldürdü.
- Dima slept with 25 men in one night and then killed them.
Onlardan herhangi birini seçebilirsin.
- You may choose any of them.
Ben dün sizin babanıza rastladım.
- I ran into your father yesterday.
Ben dün sizin babanıza rastladım.
- I ran into your dad yesterday.
O kendi kendineHAYIRdedi.Yüksek sesle EVET dedi.
- He said NO to himself. He said YES aloud.
O, aynada kendine bakmadı mı?
- Hasn't he looked at himself in a mirror?
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
- I'm going to help Tom do something this afternoon.
Tom asla ağzını birşeyi şikayet etmeden açmaz.
- Tom never opens his mouth without complaining about something.
Onların erkek çocuğunun adı John.
- Their son's name is John.
Onların ana dili Fransızca.
- French is their mother tongue.
Onun ailesi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum.
- I don't know anything about her family.
Onun görünümünü çekici bulurum.
- I find her appearance attractive.
Hiç bu kadar erken kalkmadım.
- I've never woken up this early.
Asla tekrar bu kadar geç kalma.
- Never be this late again.
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
- The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
O kendi kendine mırıldanıyor.
- She is muttering to herself.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Onu Kaliforniya'ya gönderiyorum.
- I'm sending her to California.
Kendisini ateşle ısıttı.
- She warmed herself by the fire.
Ben, o kızın kendisine yeni bir görünüm vermek için saçını kestiğini düşünüyorum.
- I think that girl cut her hair to give herself a new look.
O ondan daha akıllıdır.
- He's smarter than her.
Siz ondan daha uzun boylusunuz.
- You are taller than her.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet him at the coffee shop.
Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
- His daughter is eager to go with him anywhere.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- He said NO to himself. He said YES aloud.
O, çocuklarını kendi etrafına topladı.
- He gathered his children around him.
Doğrusunu söylemek gerekirse, o, dilini koparabilirdi.
- Indeed, he could have bitten off his tongue.
Doğrusu çok şey biliyorsunuz ama onları öğretmede iyi değilsiniz.
- Indeed you know a lot of things, but you're not good at teaching them.
Biraz geç olduğunu biliyorum ama şimdi uğramamın bir sakıncası var mı? Seninle tartışmam gereken bir şeyim var.
- I know it's kind of late, but would you mind if I came over now? I have something I need to discuss with you.
Tom Mary'den yiyecek bir şey alabilmesi için biraz para istedi.
- Tom asked Mary for some money so he could buy something to eat.
Takımımız beyzbolda onları 5-0 mağlup etti.
- Our team defeated them by 5-0 at baseball.
Onların hepsi sadece kızları götürmek için buradalar.
- All of them are just here to pick up girls.
Bu kitabı sana vereceğim.
- I will give you this book.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I've brought you a little something.
Bir pizza falan sipariş edebiliriz.
- We could order a pizza or something.
Sen bir polis falan mısın?
- Are you a cop or something?
Önemli bir şey biliyor gibi görünüyor.
- She seems to know something important.
Mary'yi gördüğüm her seferde, ondan yeni ve önemli bir şey öğreniyorum.
- Each time I see Mary, I learn something new and important from her.
Onlar benim arkadaşlarım.
- Those are my friends.
Onlar kimin kitapları?
- Whose books are those?
Yumi oraya kendi gitti.
- Yumi went there by herself.
Ona kendi odamı gösterdim.
- I showed her my room.
Ben ırkçı değilim, ama ile başlayan her cümlenin gerçekten çok ırkçı olması muhtemeldir.
- Every sentence that starts with I'm not racist, but is likely to be very racist indeed.
Hayat gerçekten de iyi bir şeydir.
- Life is indeed a good thing.
Olağanüstü bir şey görmek istiyor musun?
- Do you want to see something extraordinary?
O gerçekten çok zeki.
- He is very clever indeed.
Hayat gerçekten de iyi bir şeydir.
- Life is indeed a good thing.
Bazı doktorlar hastalarını memnun etmek için bir şeyler söylerler.
- Some doctors say something to please their patients.
Bana yapacak bir şey ver.
- Give me something to do.
Bir yabancı omzuma arkadan dokundu. Beni başka birisiyle karıştırmış olmalı.
- A stranger tapped me on the shoulder from behind. He must have mistaken me for someone else.
Birisi bana içtiğin her sigara ömründen yedi dakika alır dedi.
- Someone told me that every cigarette you smoke takes seven minutes away from your life.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
- I have to help Tom do something tomorrow morning.
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
- I'm going to help Tom do something this afternoon.
O gün Londra'ya gittin mi?
- Did you go to London that day?
Tom Mary'ye o gün okulda ne yaptığı hakkında soru sordu.
- Tom asked Mary about what she did in school that day.
Güneşin etrafında dönen dokuz gezegen vardır,Dünya onlardan biridir.
- There are nine planets travelling around the sun, the earth being one of them.
Onlardan hiçbirinin kaza geçirmediğini umuyorum.
- I hope that none of them got into an accident.
İşte ben İngilizce'yi böyle öğrendim.
- This is how I learned English.
Sık sık kendini çalışma odasına kapatır ve böyle şeyler yazar.
- He often shuts himself up in the study and writes things like this.
Ben sizden özür dilemeliyim.
- I must beg your pardon.
Sizden henüz bir cevap almadım.
- I have received no reply from you yet.
Stevie Wonder'ın yeni albümü sende var mı?
- Do you have Stevie Wonder's new album?
Senden küçük bir yardıma ihtiyacım var.
- I need a little help from you.
Bu araba onunki gibi görünüyor.
- It looks like this car is his.
Senin çevirini onunkiyle kıyasla.
- Compare your translation with his.
Kitaplar birinin aklının ürünleridir.
- Books are the offspring of one's mind.
Birinin ününü sürdürmek zordur.
- It is hard to maintain one's reputation.
Japon flütleri çoğunlukla bambu kamışından yapılır, fakat son zamanlarda bazı ağaç olanları ortaya çıkmıştır.
- Most Shakuhachi are made from bamboo, but recently some wooden ones have appeared.
Modern arabalar birçok yönden eski olanlardan farklıdır.
- Modern cars differ from the early ones in many ways.
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
O onun biri olduğunu düşünüyor ama aslında hiç kimse değil.
- He thinks he is somebody, but really he is nobody.
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
O, şüpheleneceğin bir kimse değildi.
- He wasn't someone you'd suspect.
Bugün belirli bir kimse müthiş kırılgan oluyor.
- A certain someone is being awfully fragile today.
Neden kimseye söylemedin?
- Why didn't you tell someone?
Neden kimse Tom'a yardım etmedi?
- Why didn't someone help Tom?
Seni anlamak gerçekten çok zor.
- Understanding you is really very hard.
İstasyona giderken ben seni geçtim.
- I can beat you to the station.
Sizinle yaşamayı seviyorum.
- I love living with you.
Bu otobüs sizi müzeye götürecek.
- This bus will take you to the museum.
Ben size yardımcı olmaktan mutlu olurum.
- I will be glad to help you.
İçmek için size ne alabilirim?
- What can I get you for drinking?
Bu senin Japonya'ya ilk ziyaretin mi?
- Is this your first visit to Japan?
Yakın bir gelecekteki senin ziyaretini gerçekten dört gözle bekliyorum.
- I really look forward to your visit in the near future.
I did the run last year, and it wasn't that difficult.
That it is.
I like the song that you wrote.
That was an interesting example.
I'm just not that sick.
That battle was in 1450.
He told me that the book is a good read.
He must die that others might live.
You will suffer because of that.
- You'll suffer because of that.
You'll suffer because of that.
- You will suffer because of that.
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
This is her book.
She treated him for a cold (direct object).
The decision was his to live with.
Ahab his mark for Ahab's mark.
This is his book.
With Hit Girl, Moretz is this year's It Girl, alternately sweet, savage and scary.
He saw to it that everyone would vote for him.
It's me. John.
In the next game, Adam and Tom will be it….
Let's play it at breaktime.
It’s lonely without you.
Take each day as it comes.
She took the baby and held it in her arms.
It wasn't me.
Come with me.
Can you hear me?.
Me and my friends played a game.
Wilfred Owen (1893–1918), The Letter - And give us back me cigarette!.
He gave me this.
I recognised him because he had attended my school.
Paying no attention to Lizzy, Mrs. Gibson began calling out our names in alphabetical order.
Thirdly, I continue to attempt to interdigitate the taxa in our flora with taxa of the remainder of the world.
I'm going to see our Terry for tea.
I'm tired of being a nobody - I want to be a somebody.
Is someone there?.
I have a feeling something good is going to happen today.
She has a certain something.
She wiped something with a cloth, wiped at the wall shelf, and put the something on it, clinking glass.
The performance was something of a disappointment.
Oh how we somethinged on the hmmm hmm we were wed. Dear, was I ever on the stage?”.
He looks a something behind that big desk.
She's really something. I can't believe she would do such a mean thing.
So, that is it? I thought there would be some more.
Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
- Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
Don't worry, everything will be OK.
- Üzülmeyin, her şey düzelecek.
She goes running every morning.
- O her sabah koşmaya gider.
Feeling tired after his walk in the country, he took a nap.
- Kırsaldaki yürüyüşünden sonra yorgun hissettiği için şekerleme yaptı.
I'm feeling a lot better.
- Çok daha iyi hissediyorum.
I've had a runny nose for two days and I've been feeling an uncomfortable sensation in my throat.
- İki gündür burnum akıyor ve boğazımda bir rahatsızlık hissediyorum.
I can't feel anything in my left foot; there's no sensation at all.
- Ben sol ayağımda bir şey hissedemiyorum; hiç duygu yok.
I sensed what was happening.
- Ne olduğunu hissettim.
She must have sensed something odd.
- Garip bir şey hissetmiş olmalı.
I'm feeling a lot better.
- Çok daha iyi hissediyorum.
Do you feel any pain in your stomach?
- Karnında herhangi bir acı hissediyor musun?
Give help to anyone who needs it.
- Her kimin ihtiyacı olursa ona yardım et.
Can you see anything in there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
How many times does the bus run each day?
- Otobüs her gün kaç kez çalışır?
Each person paid one thousand dollars.
- Her biri bin dolar ödedi.
Can you see anything at all there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
Bill is honest all the time.
- Bill her zaman dürüsttür.
She planted some pansies in the flower bed.
- Çiçekliğe bazı hercai menekşeler dikti.
Above all, don't panic!
- Her şeyden önce, panik yok!
How many omnivorous children are patients in hospital?
- Hastanede her şeyi yiyen kaç çocuk hasta var?
Jane Goodall discovered that chimpanzees are omnivorous, not vegetarian.
- Jane Goodall şempanzelerin her şeyi yediklerini, vejetaryen olmadıklarını keşfetti.
If we let our reasoning power be overshadowed by our emotions, we would be barking up the wrong tree all the time.
- Muhakeme gücümüzün hislerimiz tarafından gölgelenmesine izin verirsek her zaman yanlış ağaca havluyor oluruz.
I always felt emotionally abused.
- Kendimi hep duygusal olarak kötüye kullanılmış hissettim.
You don't marry someone you can live with — you marry the person whom you cannot live without.
- Sen yaşayabileceğin herhangi biriyle evlenme - sen onsuz yaşayamayacağın kişiyle evlen.
Although each person follows a different path, our destinations are the same.
- Her insan farklı bir yol izlesede, hedeflerimiz aynıdır.
One should take good care of every single thing.
- Biri her şeye iyi bakmalı.
Every single word you say is a lie.
- Söylediğin her söz bir yalan.
The law is equal for all.
- Kanun herkes için aynıdır.
That dispute has been settled once and for all.
- O tartışma bir zamanlar karara bağlandı ve herkes için.
Do you know either of the two girls?
- İki kızın her birini tanıyor musun?
I don't like either of them.
- Ben, onlardan herhangi birini sevmiyorum.
Do you believe in extrasensory perception?
- Altıncı hisse inanıyor musun?
I wonder if I should trust my instincts.
- Hislerime güvenmem gerekip gerekmediğini merak ediyorum.
Whatever has a beginning also has an end.
- Her yokuşun bir de inişi vardır.
He believes whatever I say.
- O, söylediğim her şeye inanır.
Whoever comes will be welcomed.
- Her gelen sıcak karşılanacak.
Sam helps whoever asks him to.
- Sam yardım isteyen herkese yardım eder.
Tom couldn't help but feel sentimental.
- Tom duygusal hissetmekten kendini alamadı.