Bir ders vermek için onu öldürdüm. O çok konuşuyor. Bir dahaki sefere sözlerini kendisine saklayacak.
- I killed him to teach him a lesson. He talks too much. Next time he will keep his words to himself.
Sadece sana bir ders vermek istedim.
- I just wanted to teach you a lesson.
İnsanoğlunun tarih derslerinden çok şey öğrenmemesi tarihin öğretmek zorunda olduğu tüm derslerin en önemlisidir.
- That men do not learn very much from the lessons of history is the most important of all the lessons that history has to teach.
Onun işi İngilizce öğretmektir.
- His job is to teach English.
Tom öğretmenlik yapmaktan sıkıldı ve yeni bir iş aradı.
- Tom became bored with teaching and he looked for a new job.
Yirmi yıldır öğretmenlik yapmaktadır.
- He has been teaching for 20 years.
Siz burada bir öğretmen misiniz yoksa bir öğrenci misiniz?
- Are you a teacher or a student here?
Siz bir öğretmen misiniz? Evet, ben bir öğretmenim.
- Are you a teacher? Yes, I am.
Boston'daki erkek kardeşim öğretmen olmak için öğrenim görüyor.
- My brother in Boston is studying to become a teacher.
Öğretmen onun yok olduğunu göstermek için onun adının yanına bir işaret koydu.
- The teacher put a mark next to his name to show that he was absent.
Onun mesleği öğretmenliktir.
- Her occupation is teaching.
Amcam geçen yıl öğretmenlikten emekli oldu, fakat üniversitede bir görevi hâlâ sürdürebiliyordu.
- My uncle retired from teaching last year, but he still managed to hang onto a position at the university.
Amerika Birleşik Devletleri ve Çin gibi farklı dilleri olan iki güçlü devlet ilköğretim okullarında Esperanto deneysel öğretimi üzerinde anlaşmaya varsalardı ne olurdu?
- What would happen if two powerful nations with different languages - such as United States and China - would agree upon the experimental teaching of Esperanto in elementary schools?
Okulumuz onun öğretim metotlarını benimsedi.
- Our school adopted his teaching methods.
Bana bir yabancı tarafından İngilizce öğretildi.
- I was taught English by a foreigner.
Bankada görevlendirildiğinde ,kolejde ekonomi öğretti.
- While employed at the bank, he taught economics at college.
Senin İngilizce öğretme yöntemin saçmadır.
- Your method of teaching English is absurd.
Öğretmekten çok yoruldum.
- I am very tired from teaching.
Flandre'da İngilizce olarak ders veren profesör ve öğretim elemanlarının yüzde 10 ila 20 arasındakileri, gerekli dil seviyesine ulaşmadılar.
- In Flanders between 10 and 20 percent of professors and lecturers teaching in English did not attain the required language level.
Okulu müdürümüz derse girmez.
- Our principal does no teaching.
Ben bu öğretim yöntemine inanıyorum.
- I believe in this method of teaching.
Bayan Jones, bilgisayar bilimleri öğretiyor.
- Mrs. Jones is teaching computer science.
Size öğretilen yanlıştır.
- What you were taught is wrong.
Bay Davis Japonya'ya İngilizce öğretmek için mi geldi?
- Did Mr Davis come to Japan to teach English?
Bu kitap çocuklara nasıl okuyacağını öğretmek için tasarlandı.
- This book is designed to teach children how to read.
I'm not in trouble again, am I, Teach?.
Than Sir Launcelot armed hym and toke his horse, and so he was taughte to the abbey.
She used to teach at university.
Can you teach sewing to me?.
Teach-your-grandmother-to-suck-eggs—ducks' eggs!.
Teaching has seen continual changes over the past decades.
Many follow the teachings of Confucius.
... to teach at Harvard when I was president of the university. I taught a seminar on globalization, ...
... message to teach you, what is it here to teach you? ...