tarafsız teriminin Türkçe İngilizce sözlükte anlamı
- (Hukuk) impartial
Even impartiality is partial.
- Tarafsızlık bile taraflıdır.
Please be fair and impartial.
- Lütfen adil ve tarafsız olun.
- unbiased
I think Tom is unbiased.
- Tom'un tarafsız olduğunu düşünüyorum.
Do you think Tom is unbiased?
- Tom'un tarafsız olduğunu düşünüyor musun?
- neutral
That country remained neutral throughout World War II.
- O ülke II.Dünya Savaşı boyunca tarafsız kaldı.
In the development of Lojban, efforts were consistently made since the initial phase to keep the language culturally neutral.
- Lojban'ın geliştirilmesinde, dili ilk aşamasından beri tarafsız tutmak için çabalar tutarlı olarak yapılmıştır.
- objective
Tom seems to be objective.
- Tom tarafsız görünüyor.
Try to stay objective.
- Tarafsız kalmaya çalış.
- uncommitted
- neutral (not belonging to either side)
- disinterested
- unbiassed
- free from bias
- impartial, unbiased
- dispassionate
- fair-minded
- judicial
- uncolored
- clinical
- detached
- impartial, objective, dispassionate, detached, disinterested
- noncommittal
- even handed
- equitable
- colorless
- candid
- crossbench
- non party
- non partisan
- evenhanded
- unprejudiced
- even-handed
- non-partisan
- unpredictable
- fair minded
- {s} colourless
- non committal
- {s} unwarped
- fairminded
- {s} uncoloured
- taraf
- {i} party
The policy of the government was criticized by the opposition party.
- Hükümetin politikası muhalefet partisi tarafından eleştirildi.
The police regarded him as a party to the crime.
- Polis onu suçun bir taraftarı olarak görüyordu.
- taraf
- side
In America cars drive on the right side of the road.
- Amerika'da arabalar yolun sağ tarafını kullanırlar.
They live on the other side of the road.
- Onlar sokağın diğer tarafında yaşıyorlar.
- taraf
- way
Would you mind looking the other way while I change my clothes?
- Elbiselerimi değiştirirken diğer tarafa bakar mısın?
Ladies and gentlemen, please come this way.
- Hanımefendiler ve beyefendiler, lütfen bu tarafa gelin.
- taraf
- part
The police regarded him as a party to the crime.
- Polis onu suçun bir taraftarı olarak görüyordu.
It was a mistake on their part.
- Onların tarafında bir hataydı.
- tarafsız ülke
- natural
- tarafsız bölge
- Neutral Zone
- tarafsız bölge
- demilitarized zone
- tarafsız devletler
- (Hukuk) the neutrals, neutral states
- tarafsız kimse
- Don't Know
- tarafsız kimse
- neutral
- tarafsız kılmak
- neutralize
- tarafsız olmak
- hold the scales even
- tarafsız ülke
- neutral
- taraf
- {i} facet
- taraf
- {i} end
Tom dog paddled toward the shallow end of the pool.
- Tom havuzun sığ tarafına doğru köpekleme yüzdü.
I'm getting endlessly annoyed by this foolishness.
- Bu aptallık tarafından sonsuz bir şekilde rahatsız oluyorum.
- taraf
- {i} hand
On the other hand, there are some disadvantages.
- Diğer taraftan, bazı dezavantajları var.
Tom can't swim at all. On the other hand, he is a good baseball player.
- Tom hiç yüzemez. Diğer taraftan, o iyi bir beyzbol oyuncusudur.
- taraf
- district
- taraf
- (Ticaret) stakeholder
- taraf
- streak
- taraf
- outside
I was distracted by those protesters outside.
- Benim dışarıda bu protestocular tarafından dikkatim dağıtıldı.
The wall is white on the outside and green on the inside.
- Duvar dış tarafta beyaz ve içeride yeşil.
- taraf
- backside
- taraf
- favour
- taraf
- behalf
I'm calling you on behalf of Mr. Simon.
- Bay Simon tarafından arıyorum sizi.
- nötr, yansız, tarafsız
- neutral, unbiased, objective
- dost, düşman, tarafsız tanıma sistemi
- (Askeri) identification, friend, foe, or neutral
- politik açıdan tarafsız
- fencesitter
- savaşta tarafsız ülke toprağını zaptetme hakkı
- angary
- sürekli tarafsız devlet
- (Hukuk) permanently neutral state
- taraf
- behalf: Dayım tarafından geliyorum, sizden bir ricası var. I've come on behalf of my uncle to ask a favor of you
- taraf
- side; part, portion; area, region; direction: Sandığın üst tarafı ceviz. The top part of the chest is walnut. Şehrin o tarafında oturuyor. She lives over in that part of town. Ne taraftansın? What part of the country are you from? Fatih taraflarında bir yerde oturuyor. He lives somewhere in the neighborhood of Fatih. Seni her tarafta aradım. I've been looking for you everywhere. Boğaz'ın Asya tarafında on the Asian side of the Bosphorus. Sağ tarafına bak! Look to your right! Rüzgâr ne taraftan esiyor? What direction's the wind blowing from? Nehir tarafına doğru gidiyordu. He was heading towards the river
- taraf
- side (one particular side, position, or group as opposed to another): işin kötü tarafı the unpleasant side of the matter. Bizim taraf maçı kazandı. Our side won the match. Onun baba tarafında delilik var. There's madness on his father's side of the family. O meseleye ne taraftan bakarsan bak halledilmesi imkânsız. No matter how you look at it, that problem remains insoluble. Herif bir taraftan parasızlıktan yakınıyor, öbür taraftan kalkıp karısına kürk manto alıyor! The fellow complains about his lack of money, and then he ups and buys his wife a fur coat! öte taraftan on the other hand
- taraf
- used with an adjective: Ucuz tarafından bir ayakkabı istiyorum. I want a cheap pair of shoes. Bunları ucuz tarafından aldın, değil mi? You bought these on the cheap, didn't you?
- taraf
- (denklem) member
- taraf
- used in formal language to indicate a person: Merhum zevcinizin evrakı tarafınıza gönderilmiştir. The papers of your late husband have been forwarded to you
- taraf
- party (to a contract, in a legal proceeding); litigant
- taraf
- contractor
- taraf
- side; aspect; direction; district; part
- taraf
- used in formal language to show the agent of a passive verb: Bu nişan büyük babama padişah tarafından ihsan edilmiş. This medal was bestowed on my grandfather by the sultan. Ancak belediye encümeni tarafından onaylanmış ruhsatlar geçerli sayılacaktır. Only those permits which have received the approval of the municipal council will be deemed valid