tamlık

listen to the pronunciation of tamlık
Türkçe - İngilizce
precision
accuracy
nicety
completeness
exactitude
plenitude
exactness
precision, integrity, accuracy
preciseness
thoroughness
truth
faithfulness
complement
wholeness
entirety
integrity
particularity
totality
tam
{s} whole

There is nothing like a glass of beer after a whole day's work. - Bir tam günlük çalışmadan sonra bir bardak bira gibi bir şey yoktur.

The patrol cars cover the whole of the area. - Devriye arabaları alanının tamamını kapsamaktadır.

tam
{s} complete

Her words were completely meaningless. - Onun sözleri tamamen anlamsızdı.

All is completed with this. - Hepsi bununla tamamlandı.

tam
exact

I couldn't say when exactly in my life it occurred to me that I would be a pilot someday. - Bir gün pilot olma fikrinin hayatımda tam olarak ne zaman oluştuğunu söyleyemem.

The plane arrived exactly at nine. - Uçak tam olarak dokuzda vardı.

tam
{s} full

The cherry trees are in full blossom. - Kiraz ağaçları tamamen çiçeklenmişler.

He fully realizes that he was the cause of the accident. - Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.

tam
{s} overall
tam
{s} accurate

This seems entirely accurate. - Bu tamamen doğru gibi görünüyor.

I don't remember my grandmother's face accurately. - Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.

tam
proper

The property was almost completely overgrown with wild blackberry bushes. - Arazi neredeyse tamamen yabani böğürtlen çalılarla kaplanmıştı.

The facts weren't properly understood. - Gerçekler tam olarak anlaşılmadı.

tam
just

Idiot! She's not being honest when she says she loves you. Haven't you figured it out yet? She's just a gold digger. - Aptal! Seni sevdiğini söylediğinde dürüst olmuyor. Hâlâ anlamadın mı? O, tam bir altın arayıcısı.

When I use a word, Humpty Dumpty said, it means just what I choose it to mean - neither more nor less. - Bir kelime kullandığımda,Humpty Dumpty ifade etmek için tam benim seçtiğimi o ifade ediyor-ne daha fazla ne daha az dedi.

tam
{s} literal

I took what she said literally. - Onun söylediğini tam olarak anladım.

After the botched gallbladder surgery, the patient was filled with bile, both figuratively and literally. - Berbat safra kesesi ameliyatından sonra, hasta hem mecazi olarak hem de kelimenin tam anlamıyla, safra ile doluydu.

tam
(Ticaret) total

It isn't totally exact. - O tamamen kesin değildir.

Tom looks totally wiped out. - Tom tamamen yok olmuş görünüyor.

tam
quite

Tom still hasn't quite learned the rules of the game. - Tom hâlâ oyunun kurallarını tamamen öğrenmemişti.

He looked confident but his inner feelings were quite different. - Emin görünüyordu fakat onun iç duyguları tamamen farklıydı.

tam
{s} thorough

They got thoroughly wet in the rain. - Onlar yağmurda tamamen ıslandılar.

The police thoroughly searched the house. - Polis evi tamamen aradı.

tam
{s} simple

It wasn't quite that simple. - O tam olarak o kadar basit değildi.

tam
{s} correct

That's not entirely correct. - Bu tam olarak doğru değil.

This watch keeps correct time. - Bu saat tamamen doğrudur.

tam
perfect

Tom is perfectly satisfied with his current salary. - Tom şu anki aylığından tamamen memnun.

I assure you Tom will be perfectly safe. - Tom'un tamamen güvenli olacağına sizi temin ederim.

tam
on the beam
tam
refined
tam
literally

I was literally stunned by what I saw. - Gördüğüm şey karşısında tam anlamıyla afallamıştım.

The detective questioned literally thousands of people about the incident. - Dedektif olay hakkında binlerce insanı tam olarak sorguladı.

tam
slipt
tam
particular
tam
undivided

Tom had Mary's undivided attention. - Tom Mary'nin tam ilgisine sahipti.

tam
sound

This story may sound strange, but it's absolutely true. - Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.

It sounds exactly like Tom. - O tam Tom'a benziyor.

tam
flat

Could you please fix this flat tire? - Lütfen bu düz lastiği tamir eder misiniz?

Her girlfriend is completely flat-chested. - Onun kız arkadaşı tamamen düz göğüslü.

tam
superb
tam
smack in
tam
every bit

He is every bit a gentleman. - O, tam bir beyefendi.

tam
definite

Tom definitely knows exactly what happened. - Tom kesinlikle tam olarak ne olduğunu biliyor.

Sometime I'll definitely visit France. I just don't know exactly when. - Bir gün kesinlikle Fransa'yı ziyaret edeceğim. Sadece tam olarak ne zaman olduğunu bilmiyorum.

tam
grand

I don't remember my grandmother's face exactly. - Babaannemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.

I don't remember my grandmother's face accurately. - Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.

tam
smack into
tam
integrate
tam
diagnostic
tam
as well
tam
smack onto
tam
precision
tam
smack on
tam
definitive
tam
unerring
tam
from a to z
tam
unrelieved
tam
exactly

I couldn't say when exactly in my life it occurred to me that I would be a pilot someday. - Bir gün pilot olma fikrinin hayatımda tam olarak ne zaman oluştuğunu söyleyemem.

It's exactly what I wanted. - O, tam olarak benim istediğimdir.

tam
true

The statement is not wholly true. - İfade tamamen gerçek değil.

This story may sound strange, but it's absolutely true. - Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.

tam
outright

This translation is outright wrong. - Bu çeviri tamamen yanlış.

tam
bang
tam
regular
tam
entire

You won't be let down if you read the entire book. - Kitabın tamamını okursanız hayal kırıklığına uğramazsınız.

The accident was entirely avoidable. - Kaza tamamen önlenebilirdi.

tam
precisely

Tom arrived precisely on time. - Tom tam zamanında geldi.

Tom knows precisely what he's doing. - Tom ne yaptığını tam olarak biliyor.

tam
crass
tam
due

Due to global warming, cities could be completely submerged. - Küresel ısınmadan dolayı, şehirler tamamen batırılmış olabilir.

I accepted the offer after due consideration. - Tam olarak düşündükten sonra teklifi kabul ettim.

tam
very

He left his last job for very this reason - İşinde tam bu yüzden ayrıldı.

Never give up till the very end. - Tam sonuna kadar vazgeçme.

He was detected in the very act of stealing. - O, tam çalma anında tespit edildi.

tam
utter

She is an utter stranger to me. - O, bana tamamen yabancıdır.

It is utterly impossible to finish the work within a month. - Bir ayda işi tamamen bitirmek imkansız.

tam
graphic
tam
implicit
tam
unadulterated
tam
absolute

It's an absolute waste of time to wait any longer. - Daha fazla beklemek tam bir zaman kaybıdır.

This story may sound strange, but it's absolutely true. - Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.

tam
truly
tam
intact
tam
sharp

Be at the station at 11 o'clock sharp. - Tam 11:00'de istasyonda olun.

The meeting began at nine o'clock sharp. - Toplantı tam dokuzda başladı.

tam
precise

What precisely are you doing? - Tam olarak ne yapıyorsun?

Tom knows precisely how Mary feels. - Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyor.

tam
strict

Our relationship is strictly professional. - İlişkimiz tam anlamıyla profesyonel.

My interest in politics is strictly academic. - Siyasete ilgim tamamen akademik.

tam
full-blown
tam
finished

Tom finished off the ice cream that was in the freezer. - Tom dondurucudaki dondurmayı tamamen bitirdi.

They finished eighty miles' journey. - Onlar seksen millik yolculuğu tamamladılar.

tam
immaculate
tam
direct

I don't know exactly where Kyoko lives, but it's in the direction of Sannomiya. - Ben tam olarak Kyoko'nun nerede yaşadığını bilmiyorum, ama Sannomiya yönünde.

tam
unqualified
tam
veritable
tam
unabridged
tam
good

He, just like you, is a good golfer. - O, tam senin gibi, iyi bir golfçü.

Ted is good at fixing watches. - Ted saatleri tamir etmede iyidir.

tam
desperately
tam
completely

Are you completely through with your homework? - Sen tamamen ödevlerin aracılığıyla mısın?

He will think he has been completely forgotten. - Tamamen unutulduğunu düşünecek.

tam
just as

He went to the store just as it was going to close. - Tam kapanacakken o mağazaya gitti.

When he whispered something into her ear, she moved just as he said, as if she had been hypnotized. - O onun kulağına bir şey fısıldadığında, o sanki hipnotize olmuş gibi, tam onun söylediği gibi hareket etti.

tam
a full
tam
complete of
tam
{s} mathematical

Mathematically, everything's good. But it seems completely improbable to me. - Matematiksel olarak her şey iyi. Ama benim için tamamen muhtemel görünmüyor.

tam
blank
tam
even

The events unfolded just as she predicted. - Olaylar tam onun tahmin ettiği gibi meydana geldi.

Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it. - Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.

tam
plunk
tam
complete, entire, whole; exact, precise, perfect; prompt, sharp; just, very; completely, exactly, precisely, bang
tam
fully, completely: tam teşekküllü bir hastane a fully equipped hospital. Görevini tam yapmanı istiyorum. I want you to carry out your duty to the full
tam
at the time

I was right there with Tom at the time. - Ben o zaman Tom'la birlikte tam oradaydım.

tam
prompt
tam
fully

Tom is fully aware of the problem. - Tom tamamen problemin farkında.

He reported fully what he had seen to the police. - O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.

tam
all out

Your ideas are all out of date. - Sizin fikirleriniz tamamen çağ dışıdır.

tam
the very

He was detected in the very act of stealing. - O, tam çalma anında tespit edildi.

Never give up till the very end. - Tam sonuna kadar vazgeçme.

tam
exactly; right; immediately; precisely; just: Orada tam yedi yıl çalıştı. He worked there for exactly seven years. Tam zamanında geldin. You've come right on time. Tam karşımda oturuyordu. She was sitting immediately opposite me. Şimdi tam sırası! Now's just the right time! Tam istediğiniz gibi yaptım. I did it just as you wanted me to
tam
downright

It sounds downright frightening. - Bu tamamen korkutucu görünüyor.

This place is downright creepy. - Bu yer tamamen tüyler ürpertici.

tam
whole, full; complete, perfect: tam ekmek a whole loaf of bread. tam maaş full salary. tam iki kilo a full two kilos. tam yetki full authority/full power. tam istihdam full employment. tam üye full member. tam pansiyon full pension/full room and board. tam bir Fransız a Frenchman through and through. tam bir ziyafet a real banquet. tam bir rezalet an out-and-out disgrace
tam
bang on
tam
slap bang
tam
consummate
tam
factual
tam
out and out
tam
accomplished

The first stage of the mission has been accomplished. - Görevin ilk aşaması tamamlandı.

The first stage of the operation has been accomplished. - Operasyonun ilk aşaması tamamlandı.

tam
straight

She told the joke with a completely straight face. - O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.

Tom sat alone, staring straight ahead. - Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.

tam
trueborn
tam
engrained
tam
rightdown
tam
to a T
tam
stark
tam
holo
tam
dead

There was a dead silence. - Tam bir sessizlik vardı.

Tom was dead set against the idea. - Tom fikre tamamen karşıydı.

tam
slick
tam
ingrained
tam
(Hukuk) integral

Death is an integral part of life. - Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır.

tam
right

It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right. - Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.

Tom arrived at just the right moment. - Tom tam doğru zamanda geldi.

tam
clear

It's all clear to me now. - O şimdi tamamen benim için temiz.

I still clearly remember. It was seven or eight years ago. Where exactly? Were you also there? - Hâlâ apaçık hatırlıyorum. Yedi ya da sekiz yıl önceydi. Tam olarak nerede? Sen de orada mıydın?

tam
according to Cocker
tam
{s} rank
tam
spot on
tam
{s} positive
tam
{s} unalloyed
tam
{s} unmitigated

His speech was an unmitigated disaster. - Onun konuşması tam anlamıyla bir felaketti.

tam
{s} intimate
tam
{s} prize
tam
ingrain
tam
unobstructed
tam
{s} unambiguous
tam
{s} unredeemed
tam
{s} plenary
tam
root and branch
tam
{s} square
tam
{s} thoroughgoing
tam
{s} unreserved
tam
repair

I am going to have my watch repaired by John. - Saatimi John'a tamir ettireceğim.

Can you repair these shoes? - Bu ayakkabıları tamir edebilir misin?

tam
allout
tam
{s} solid
tam
orthodox
tam
{s} plumb

Who should I call to fix my plumbing? - Su tesisatımı tamir etmek için kimi aramalıyım?

The plumber used many tools to fix our sink. - Tesisatçı bizim lavaboyu tamir etmek için birçok alet kullandı.

tam
{s} round

America did not invent human rights. In a very real sense, it is the other way round. Human rights invented America. - Amerika insan haklarını icat etmedi. Gerçek anlamda, tam tersidir. İnsan hakları Amerika'yı icat etti.

tam
{s} sheer

It was sheer coincidence that Mary and I were on the same train. - Mary ve benim aynı trende olmamız, tamamen bir tesadüftü.

It is a sheer waste of time. - O tamamen zaman kaybı.

Türkçe - Türkçe
Eksik olmama durumu, olgunluk: "... bin bir çeşit meziyet, fazilet, tamlık ve kemal..."- R. H. Karay
Eksik olmama durumu, olgunluk
tam
Gerçek, ehliyetli, yetkin, kusursuz: "Reşit Galip tam bir idealist gibi öldü."- O. S. Orhon
tam
Bütün, tüm
tam
Eksiksiz, kesintisiz
tam
Eksiksiz, kesintisiz: "Tam iki saat yalandan tamirle uğraştım."- A. Gündüz
tam
Zaman ve yer için anlamı kesinleştirir: "Bohçasını aldı, tam çıkacaktı..."- Ö. Seyfettin
tam
Amerikan doları
tam
Sırasında, anında: "Tam mağazaya gireceğim zaman arkamdan bir ses geldi."- Ö. Seyfettin
tam
Anlamı kesinleştirir
tam
Bakırcılıkta, yapımı bitirilmiş ve kalaylanmış dövme kap
tam
Sırasında, anında
tam
Küçük kulübe, ev
tam
Gerçek, ehliyetli, yetkin, kusursuz
tam
Uygun olarak, tıpkı, aynı
İngilizce - Türkçe

tamlık teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı

tam
iskoç beresi
tamlık